Maddî bakımdan büyürken, İslâmî bakımdan kan kaybetmemizin önüne..
Maddî bakımdan büyürken, İslâmî bakımdan kan kaybetmemizin önüne nasıl geçebiliriz?
Türkiye, herhangi bir ülke değil.
Bunu, en az Batılıların bildiği kadar biz de bilemezsek, önümüzü göremez, geleceğe emin adımlarla yürüyemeyiz.
Son iki yüzyıl hâriç, bin yıldır, dünya tarihini, bu toprakların çilekeş çocukları olarak biz yapıyoruz.
Batılı emperyalistler, bizi devre-dışı bırakmak için en az üç asır üzerimize üzerimize geldiler...
Sonunda Osmanlı’yı durdurarak amaçlarına ulaştılar.
TARİH, BURADA VE BURADA/N YAPILIYOR...
Batılıların, özellikle de kapitalist sistemi -Yahudilerle birlikte- kuran İngilizlerin, dünya hegemonyasının önünde “engel” olarak Müslümanları temsilen “biz” vardık: İngilizlerin -Doğu Afrika’dan Hindistan’a kadar- sömürgeleştirdikleri coğrafyanın kahir ekseriyeti Müslümanlardan oluşuyordu.
İngilizlerin İslâm coğrafyasına yerleşmelerinin nedeni, görünüşte, İslâm coğrafyasının zengin doğal gaz ve petrol yataklarına sahip olmasıydı; ama gerçekte, dünya tarihinin yapıldığı merkez coğrafya olmasıydı.
Bu merkez coğrafyaya hâkim olursanız, dünya üzerinde kesinkes hâkimiyet kurabilirdiniz. Bu yakıcı gerçeği en iyi İngilizler biliyordu.
Unutmayalım: Son üç asra kadar tarih, burada, merkezinde bizim bulunduğumuz, üç kıtanın kesişme noktasını oluşturan Osmanlı coğrafyasında yapılmıştı. Son üç asırdan bu yana BURADA yapılmıyor ama BURADA/N yapılıyor dünya tarihi.
MÜSLÜMANLARI İSLÂM’DAN UZAKLAŞTIRMAYI AMAÇLAYAN ÜÇ İNGİLİZ STRATEJİSİ
İngilizler, Osmanlı’yı durdurduklarında, bin yıldır dünya tarihini yapan Selçuklu ve Osmanlı çocukları, tarihten uzaklaştırılmış olacaklardı.
Bunun için Şark Meselesi üzerinden iki strateji belirlediler:
Birincisi, tarih yapan bir aktör olarak İslâm’ı tarihten uzaklaştırmak.
İkincisi de, Müslümanları İslâm’dan uzaklaştırmak.
Osmanlı’nın durdurulması, Arap dünyasının ve Müslüman Hindistan’ın parçalanmasıyla birinci hedeflerine ulaştılar.
İkinci hedeflerine ise, üç yolla ulaşmaya çalışıyorlar:
Birincisi, Vehhâbîliğin icadı, hâricî mantığının İslâm dünyasının omurgası hâline getirilmesi. Bunu büyük ölçüde başardılar.
İkincisi, iki asır önce Hindistan’da icat edilen Kadıyânīlik ve Kur’ân İslâmı (=Peygambersiz İslâm) ile başlayan, FETÖ’yle zirveye ulaşan Protestanlaştırılmış, içi, ruhu boşaltılmış, hayattan uzaklaştırılmış seküler İslâm anlayışı.
Üçüncü olarak, Osmanlı’nın yerine seküler Türk devletinin kurulması.
Seküler Türk devletinin kurulmasında, İngilizler, doğrudan değil, dolaylı olarak rol oynadılar.
Yunanlar üzerimize salındı.
Sevr gösterilerek, Lozan imzalatıldı. (Ölümü göstererek sıtmaya razı ettiler bizi!)
Hilâfet kaldırıldı.
Sonuçta, Jakoben, tepeden monteleme yöntemiyle işleyen, önce devleti, sonra toplumu sekülerleştirmeyi yani İslâm’dan arındırmayı, uzaklaştırmayı hedefleyen kapsamlı bir proje hayata geçirildi.
TÜRKİYE’NİN PRANGALARI KIRMA MÜCADELESİ...
Yeni kurulan Türk devleti, medeniyet iddialarını reddederek, Batılılaşma projesi başlattı.
En iyimser ifadeyle, bu, dört bir taraftan üzerimize gelen emperyalistlerin saldırılarını önlemek için bir zaman kazanma çabasıydı.
Öyle zannediyorum ki, Türkiye’de devlet, şu ân, bizi medeniyet iddialarımızdan da, tarihten de uzaklaştıran, Anadolu yarımadasına hapseden, bizim birbirimizle boğuşmamıza, uğraşmamıza, enerjimizi su gibi harcamamıza neden olan, kökleri iki asır öncesine giden yüzyıllık prangaları birer birer kırmaya çalışıyor...
Şu ân Türkiye, stratejik, siyasî ve ekonomik olarak olmadığı kadar güçlüdür. Etki ve hareket alanını handiyse bütün medeniyet coğrafyamıza yaymayı başarmıştır.
TÜRKİYE’NİN GELİŞİ... AMA İSLÂM’IN KAN KAYBEDİŞİ...
Türkiye’nin gelişidir bu.
Bu mesaj, mazlum coğrafyamızın halkları tarafından da, emperyalistler tarafından da çok iyi alınmış durumdadır.
O yüzden medeniyet coğrafyamızın halkları bize umutla bakarken, emperyalistler korkuyla bakıyorlar...
Türkiye’nin etrafının kuşatılmasının nedeni, Türkiye’nin, -medeniyet iddialarına sahip çıkan bir Türkiye’nin- bir şekilde gelişinin, gelmekte olduğunun görülmesidir.
Erdoğan, bu süreçte, tarihî bir rol oynadı, oynuyor hâlâ da.
O yüzden küresel şer güçler de, içerdeki işbirlikçileri de bütün okları Erdoğan’a yöneltmiş durumdalar.
Türkiye’nin bu düzlemde elde ettiği başarılar, madalyonun bir yüzüdür.
Bir de madalyonun diğer yüzü var: Türkiye, güçleniyor ama Türkiye’nin varlık nedeni olan İslâm bu ülkede kan kaybediyor: Bir yandan İslâmî kesimler hızla sekülerleşiyor, oportünizm ve konformizm vürüsü tarafından canlı cenazeye dönüştürülüyor; öte yandan genç kuşağın bu ülkeye, bu ülkenin kültürüne, medeniyet birikimine aidiyet biçimleri süratle buharlaşıyor...
Özetle, Türkiye maddî bakımdan güçlenirken, manevî (kültürel, entelektüel, rûhî) bakımdan fena hâlde çözülüyor, güç kaybediyor...
Eğer bu mesele üzerine gidilmezse, elde ettiğimiz maddî başarılar, bumerang etkisi yapabilir, bizi ürpertici bir çıkmaz sokağın eşiğine sürükleyebilir -Allah muhafaza.
Peki, bu yönelimi nasıl tersine çevirebiliriz?
Sonraki yazılarda, üzerinde kafa patlatmaya çalışacağım meseleler, bu soruya cevap verecek meseleler olacak...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.