Galatı meşhur, belagat-ı fasiha’dan evla mı?
Atalarımız öyle demiş: Galat-ı meşhur, belagat-ı fasiha’dan evladır.
Kılıçdaroğlu bir mitingte konuşuyor, arkasındaki panoda şu slogan var: “Şeker vatandır, Vatan satılmaz!” Harika demek ki, “Şeker de satılmaz”. CHP iktidara geldiğinde herkese “beleş, meccanen” şeker dağıtacak!.
Yapma bunu Kılıçdaroğlu, şeker “en tatlı zehir”dir. Sigara ile zehirlediniz, eroinle zehirlediniz, bari bunu yapmayın. “Rafine şeker sigaradan beter”dir. Glikoz şurubu daha da beterdir!
Bu CHP şu TDK’yı kuran parti değil mi!
Kılıçdaroğlu devam ediyor: “Artık Türkiye’yi yönetemiyorlar, yönetmek için koltuk ittifakı kuruyorlar”. Ne anladınız, “İttifak kötü bir şey”. CHP ittifaka karşı. Ama duraksamadan devam ediyor: “Biz şeker, vatan, bayrak, millet ittifakı kuruyoruz”. Peki ne oldu şimdi? Kılıçdaroğlu partisini yönetemiyor, yönetmek için “şeker ittifakı” kuruyor.
Ne şeker fikirler bunlar. (Dikkat şeker sağlığa zararlıdır.) Bu arada tuz değil, şeker daha zararlıdır, lokantalardan, kahvehanelerden şekeri toplatın toplatabiliyorsanız.
Ya hu, batılılar tatlı su içmez. Günde 2-3 litre maden suyu içer, vücudun ihtiyaç duyduğu tuzu iyonize olarak bu su’dan alırlar. Bir de kuzey daha soğuk. Ter de atmıyorlar bizdeki kadar. Biz tuz şerbeti (şalgam) içeriz, turşu suyu içeriz. İskandinav literatürü ile içeriye nizam vermeye kalkarsak, “Anadolu yaylalarında çıplak ayakları ile şaraplık üzüm ezen Normandiya köylülerini arayan CHP’liler”e döneriz ya hu!
“Hayatta en hakiki mürşid ilimdir” değil mi? İlim olmayınca böyle oluyor işte.
Durun bir dakika! “Hayatta” derken, “Hayat içi - dışı” bir alandan söz etmiyor. Bir fiilden önce “Hayatta” kelimesi kullanılıyorsa, olumsuz anlamda kullanılır. “Hayatta geliyorum” değil, “hayatta gelmem / öldürsen de gelmem” anlamında kullanılır. Zaten “Hayatta” kelimesi her halukârda teşdid ve teyid için kullanılır. “Hayatta” demeseniz de kurduğunuz cümlenin anlamı değişmez.
Bu arada bu cümleyi herkes bilir ve çok olumlu bir anlam yükler. Kimi, bu sözün başkalarına aid olduğunu da söyler, ama burada önemli olan verilmek istenen mesaj değil, o mesajın kelimelerle ifade ediliş şeklidir.
“Hayatta” kelimesini çıkarttınız. Geriye kaldı “En hakiki mürşid ilimdir”. “En sonsuz” olamayacağı gibi “En hakiki” olmaz. “Hakikat” bir şeyin en gerçek şeklidir. Zaten “en” de burada teşdit içindir. “En” kalkınca anlam bozulmaz. Geriye kaldı “Hakiki mürşid”. Söz konusu “Mürşid” geçinen sahtekarlar değil. Ya da birkaç tür mürşid yok ki, “Mürşid”, “bir şeyin hakikatine vakıf olup onu irşad eden kişidir. Dolayısı ile “Hakiki” kelimesini de çıkartabiliriz. Zaten cümlenin yalın hükmü, son iki kelimededir. Geriye kaldı “Mürşid ilimdir”. “Mürşid” ismi faildir, “ilim” ise isimdir. İsmi fail isim olmaz. Geriye ne kaldı!
Bazan kulağa hoş gelen, hatta sizin özel anlamlar yüklediğiniz cümleler, aslında örnekte görüldüğü gibi sonuçlar doğurabilir.
Mesela birçok kişi, “Cumhur”u halk zanneder. O zaman “Cumhuriyet” de “Halkçılık” olması gerekir. Ama 6 ok’dan biri “Cumhuriyetçilik”, ötekisi “Halkçılık”tır. Demek ki, “Cumhur” zannettiğimiz bir anlam taşımamaktadır. “Laiklik” de böyledir.
Hiç düşündünüz mü, Çanakkale savaşının genel komutanı Liman Von Sanders’ti. Bu savaşta Almanlarla müttefiktik. Karşımızda ise İngiltere, Fransa ve Rusya vardı. Peki, neden İngilizlerin safındaki Anzak’larla şafak ayinleri düzenliyoruz da yanımızda Almanlar yok?.
Ruslarda işgalciydi değil mi, Osmanlı’dan Cumhuriyete geçişte. Taksim anıtında Mustafa Kemal, İnönü ve Fevzi Çakmak’ın arkasındaki Rus generallerinin ne işi var orada? O anıtı İtalyan heykeltıraşların yaptığını, parasının önemli bir kısmını da (Banka de Roma olacak), İtalyan bankası ile Nestle firmasının verdiğini söylesem.
Tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet! Yeni Rabia buydu değil mi?
Sanırım bazı kavramlar söyleyene göre, söylendiği yere ve zamana göre anlam ve değer kazanıyor.
“Kızılelma” daha önce “Turan ülküsü”nü anlatıyordu, Erdoğan’ın dilinde “İla-yı kelimetullah”a dönüştü. Ve bu milletin idrakinin tahtında müstetir değerleriyle örtüştü.
Bu ifadeler, 28 Şubat bildirisinde de aynen vardı. 1000 yıl süreceği öngörülen 28 Şubat’ta, BÇG’nin postmodern darbe girişimine paralel olarak brifingler verilmeye başlarken yayınlanan bildiri şu cümle ile son buluyordu:” (…) Bu noktadan hareketle Atatürk’ün kurduğu modern ve laik Türkiye Cumhuriyeti devletinin nitelikleri değişmeyecek değiştirilemeyecektir. Bunlar; tek millet, tek vatan, tek devlet, tek dil, tek bayrak olarak ifade edilmektedir.” Bu da 28 Şubat 5’lisidir, 6’ok’a ek olarak.
Biraz sırası değişik. Ama 28 Şubatçıların dilinde bu kelimelere yüklenen anlam tabii ki farklı idi. Tek millet, “Tek Ulus” anlamına geliyordu. “Nation” yani, “Ulusal kimlik” sekülerdi ve ifadesini CHP’nin parti programı ve “6 ok”undan alıyordu. Tek Bayrak, yine ayyıldızlı bayrakdı ama, ona “asri”lerin yüklediği anlam farklı idi. Osmanlı’da ayyıldızlı bayrağın tarihini 1. Kosova savaşı (28 Temmuz 1448)’na kadar götürenler vardır. Bir rivayete göre Jupiter ve ay aynı hizaya gelmiş ve bayrak oradan kalmış. 400 yıl sonra 18 YY’da Osmanlı’da ilk bayrak 1793’de 3. Selim zamanında hilal ve 8 köşeli yıldız/güneş kabul edilmiş. 1842-44’de ise, Tanzimat döneminde, Abdulmecid zamanında bugünkü Hilal ve 5 köşeli yıldıza geçilmiş.
Osmanlı’da, Selçuklu’dan tevarüs eden sancak asıl semboldür. Üzerinde kelime-i tevhid ve “İnna fetahna leke fethan mübina yazar. 1. Meclisin kapısında da bu iki bayrak da vardı.
Allah kitabında öyle buyurdu: “Ay ve Güneş Allah’ın iki şeairidir”. Oysa, işin aslında şairin dediği gibi “Ay ve Güneş ezelden iki İstanbulludur”. Bizim “Şemsi”, “Kameri”, “Şemsi kameri” takvimlerimiz vardır. İslam’da günlük ibadetler güneşin konumuna, yıllık ibadetler ayın hareketine göre yapılır. Bu millet ay ve güneşi kendine, Mehmetçiğine bayrak yapmıştır. İlk şekli ile 8 köşeli yıldız “Güneş”i temsil eder. Öte yandan zaten Güneş de bir yıldızdır, sonuçta. Gerek bayrak olarak, gerekse Ay, çok şekilde biçimlerde stilize edilerek çok farklı anlamlar yüklenmiştir. 12 farklı anlamdan söz edilir alem’de.
Tek Vatan! Karadeniz’de, iki taşı birbirine dayayıp, arkasına toprak yığıp içine bir tohum koyup sulamaya “Vatan yapmak” denir. Vatan tek kelime olarak değil, fiil olarak kullanılır. Mesela Kur’an-ı Kerim’de “akıl” dan söz edilmez, “akletmek”den söz edilir. Yani fiil olarak kullanılır. Osmanlı’da Namık Kemal “Vatan yahud Silistre”yi yazdığı için hapse atılmıştı. Suçu “Vatan” demekti. Vatan Arapça bir kelime olmakla birlikte o gün “Ulusun toprağı” gibi bir anlam taşıyordu ve ulusçuluk hareketi, Türklerin, Kürtlerin, Arapların, Yunanların, Bulgarların, Gürcü, Çerkez, Arnavutların kendi vatan taleplerini öne çıkarıyordu. Osmanlı’da “Yurt”, “Ülke”, “Memleket/Memalik” kelimesi kullanılıyordu genel olarak. Erdoğan’ın “Vatan” anlayışını “Millet” anlayışı ile birlikte düşünmek gerek. Bu kesinlikle “Nation” değildir. “Millet-i İbrahima” ile ilişkilendirmek gerek, bana kalırsa. “Coğrafya’dan Vatan’a” geçerken, ümmetten Ulusa geçiş yaparken, gün gelir ırmak yatağına geri döner ve “Ulus’tan Ümmet’e” de bir geçiş yaparsınız. Zamanın ruhu ve tarihin akış yönü ve coğrafyanın jeo politik, Jeo Stratejik konumuna göre halkların algılara yön verir..
Erdoğan’ın zihninde, aslında “tek millet, tek vatan, tek bayrak” o “tek devlet”in şahsı manevisinde mündemiç, tahtında müstetir olan, devletin anasırı esasisini teşkil eden halk, toprak ve onları remzeden bayraktır. Bayrak bu anlamda O’nun “alamet-i farikası”nı onu “o” yapan, onu diğerlerinden ayıran özelliğini sembolize eder. Tek başına “Tek devlet” bunların tamamını ifade etmeye yeter de artar bile. Diğerleri son kelimenin muhtevasının olmazsa olmazlarıdır, o kadar.
Selâm ve dua ile.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.