Hakikat neresi, siyaset nereye düşer?
Bendeniz, az da olsa, yazdığım siyasî yazılarda bile, hâdiselere siyaset açısından değil, hakikat açısından baktım hep.
Çünkü siyaset kurucu bir kaynak değil, koruyucu bir barınak olabilir, yol açabilir sadece... Hakikatin yani kurucu kaynağın ışığında, elbette.
O yüzden ülkemizde, medeniyet coğrafyamızda ve dünyada yaşanan sorunlara, Müslümanca idrak ve düşünme melekelerini harekete geçiren, bütünlüklü, kuşatıcı medeniyet perspektifiyle yaklaşıyorum her zaman.
VAROLUŞSAL SORUNLARA MEDENİYET ÖLÇEĞİNDE ÇÖZÜMLER ŞART
Siyaseti değil hakikati önceliyorum her yazımda.
Bunun iki nedeni var:
Birincisi, siyaset araçtır. Aslolan hakikattir, gerisi teferruattır.
Türkiye’nin asıl sorunları siyasî, ekonomik sorunlar değil, köklü, varoluşsal, medeniyet çapında sorunlardır.
Türkiye’nin sorunları niceliksel değil, niteliksel sorunlardır yani.
Siyasî ya da ekonomik gibi görünen sorunların hepsi de, sonuçtur.
Sonuçlardan yola çıkarak, köklü bir sorunu aslâ çözemezsiniz. Bırakınız çözmeyi, sorunu doğru teşhis edemez, kalıcı çözüm önerileri geliştiremezsiniz.
Köklü sorunlara, geçici (sadece sonuçları eksene alan) çözüm önerileri geliştirmek, asıl sorunu atlamakla, dolayısıyla sorunun kaynağını, nedenini görememekle sonuçlanır.
Kalıcı sorunlara geçici çözüm önerileri geliştirmek, sorunları daha da derinleştirir, kangrene çevirir ve içinden çıkılamaz hâle getirir.
Sözgelişi, eğitim sorunu, kültür sorunu, şehircilik, medya ve gençlik sorunları, bu toplumun hem geçmişiyle hem de geleceğiyle ilgili köklü, varoluşsal ve medeniyet çapında sorunlardır.
Bu sorunları hem kavrayabilmek hem de hâl yoluna koyabilmek için, önce içinde yaşadığınız çağı çok iyi tanımak zorundasınız; çünkü içinde yaşadığınız çağı tanıyamazsanız, sürgit tanımlanırsınız ve tanıyamadığınız bir çağı değiştirme iddiasında bulunamazsınız.
Çağrı’nızın çağını kurabilmesi, çağrı’nızın sunduğu bakış açılarıyla / usûlle çağa bakabilmenizle ve çağın sorunlarını da, kendi sorunlarınızı da sarahate kavuşturabilmenizle doğru orantılıdır.
ÇAĞ’INI KURACAK BİR ÇAĞRI’NIN İZİNİ SÜRMEK...
Ayrıca, yaşadığımız bu köklü sorunların hem çağla hem de yaşadığımız iki asırlık modernleşme (sekülerleşme ve medeniyet iddialarımızı terketme) açmazıyla ne tür irtibatları olduğunu çok iyi görebilmeniz gerekir.
Bunun tek yolu var: Bizim medeniyet iddialarımızı niçin, hangi gerekçelerle reddetme aymazlığı sergilediğimizi görebilmek, bunun için de sorunları çok iyi teşhis ve tedavi etmek.
Eğer yanlış teşhis yaparsanız, uygulayacağınız tedavinin bırakınız “hasta”yı iyileştirmesini bilakis “hasta”yı perişan etmesini hatta öldürmesini bile önleyemezsiniz.
Sorunu doğru teşhis edemezseniz, doğru soru soramazsınız; dolayısıyla doğru ve kalıcı çıkış yolları sunamazsınız asla!
Dahası, sorunun teşhis ve tespitinde de, yani hem çağı tanıma, hem de sorunların nereden kaynaklandığını belirleme sürecinde de, kendi bakış açılarımızı, kendi kavramlarımızı verimli bir şekilde kullanabiliyor olmalıyız. Başkalarının kavramlarıyla kendi dünyanızı kuramazsınız çünkü.
Sorunlarımızın teşhis, tespit ve tedavisinde, en temel sorunumuzun “metodolojik”, dolayısıyla usûl yani bakış açısı sorunu olduğunun ne kadar farkındayız, bilmiyorum doğrusu.
O yüzden köklü, varoluşsal sorunları bile geçici, ayartıcı, sorunu iyice kangrene çevirecek çıkış yolları öneriyoruz iki asırdır.
O yüzden bir arpa boyu bile mesafe katedemiyoruz.
Oysa yürüdüğünüz yol kadar değil, aldığınız mesafe kadarsınız...
Bu şu demek: Bildiğiniz kadar değil, olduğunuz kadarsınız...
Aslolan bilmek değil, olmak’tır çünkü.
Elbette bilme’den olunmaz. Ama olmadan, kıvamını bulmadan, olgunlaşmadan, bunun için de kemâl merdivenlerini tırmanmadan “hiç” bilinmez, hiç bir şey bihakkın bilinmez, künhüne vâkıf olarak...
ASLOLAN HAKİKAT, GERİSİ TEFERRUAT...
O yüzden bendeniz, siyaseti değil hakikati ölçü olarak benimsemiş biri olarak yazan ve yaşayan biriyim.
Hakikat amaç, siyaset araçtır.
Siyaseti yani aracı hakikatin yani amacın önüne geçirirseniz, hem aracın amacı yutmasını önleyemezsiniz hem de hakikatten eser kalmaz ortada.
Aslolan hakikattir, gerisi teferruattır.
Yazılarımda siyaset yazarken bile kendi geliştirdiğim Mekke artı Medine süreçlerinin hâsılası olarak tarif ettiğim medeniyet perspektifiyle bakıyorum siyasete.
Çünkü bizi hakikate götürecek yol, Mekke ve Medine süreçlerinde hayata geçireceğimiz ilim, irfan ve hikmet yolculuklarıdır.
Medeniyet, hakikatin Mekke sürecinde hayat bulduğu, Medine sürecinde hayat olduğu, medeniyet sürecinde ise herkese hayat sunduğu yolculuğun adı ve adresidir.
Vesselâm.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.