Tedricilik ve ıslah üzerine
Herkes Dar’ül İslam, Dar’ül Harb konuşa dursun, sanırım bugünkü halimiz Dar’ül Acaib. Dar’üs Selam’a ulaşmak için eskilerin tabiri ile “daha çok fırın ekmek yememiz lazım” diyeceğim ama ekmekler de bozuldu.
Mazi diye sahip çıkacağımız bir yakın zamana ait bir mazi de yok. Halimiz de ortada. Ati deseniz, geçmiş ve bugün açısından sorunlu bir toplumda sağlıklı ati tasavvuru beklemek ne derece mümkün.
Tamam, Cumhuriyet döneminde çok yanlış işler oldu. Osmanlının İttihat Terakki’si bize model olabilir mi? Değilse Tanzimat bize model olabilir mi? Hadi o da olmadı, Lale Devrine razı mısınız?
Son 300 yıldan bize hayır yok anlayacağınız.
O zaman vakıaya, hale teslim olmadan “kökü mazide olan ati” anlayışı ile yani geçmişin bilgi birikimi ve tecrübeleri, bugünün farkındalığı ve sorumluluğu, ıslah ve tedrici iyileştirme çabaları ve geleceğin hayalleri ile hayatımızı anlamı kılacağız.
Katılım bankalarını yazdım ya geçen gün. Yazdıklarıma itirazı olan arkadaşlar da vardı. “Yeni şeyler söylemek”, “Yeni kavramlar ve kurumlar”dan söz etmek gerektiğinden söz ediyorlardı. Tamam, mükemmel, efradına cami, ağyarına mani bir iktisadi sistem inşa ederken, sermaye ve paylaşım konusunda kavram ve kurumlarımızı yeniden ihya ve inşa etmemiz gerek. Sadece bu iş murabaha, mudaraba, muşaraka, icara, tekafül ile açıklanamaz.
Ama sanırım bunun için daha zamana ihtiyacımız var.
Bugünkü para “para” değil, “kaime”. Para yerine ikame edilen bir senet. Paranın üretimi sorunlu. Bugünkü Merkez Bankası, Enflasyon / Devaülasyon müdahalesi ile, para piyasasının Merkez Bankasına munzam karşılıkları konusunu çözmedikçe bizim kâğıt üzerinde yaptığımız, kulağa hoş gelen çözümlerimizin pratik hayatta piyasada hiçbir karşılığı olmayacaktır.
İnsanlara da “şimdilik siz bekleyin, biz ideal bir çözüm bulalım o zaman yola devam edersiniz” de diyemeyiz. Hayat devam ediyor.
Öte yandan, dünya bir köye döndü. Global marketten bağımsız kapalı bir ekonomi içinde çözüm üretmek de temel sorunu çözmüyor.
İşte tam bu noktada, bir yandan devam eden piyasa ilişkilerinin sürdürülebilmesi, öte yandan bu hassasiyetin sürdürülebilmesi, eş zamanlı bu işlemlerin kadrolarının oluşması ve kurumsal altyapının örgütlenmeye başlaması açısından bu yapılar görmezden gelinemez. Ve bizim bu hassasiyeti, tüm dünyaya yaymamız ve bunun bütün akademik çevrelerde, piyasalarda tartışılmasını sağlamamız gerek. Onun için benim teklifim önemlidir.
İbrahim Tatlıses’in dediği gibi, “Urfa’da Oxford vardı da biz mi okumadık.” O zaman istikamet ve eyleme bakacağız, doğru yönde ileri doğru olan her hareketi desteklememiz gerekecek. İki günü birbirine eş olmayan bir anlayışla ıslah ve tekâmül yolunda ilerlememiz gerek.
Tedrici de olsa tekâmül yoksa tereddi vardır. Islah yoksa ifsad vardır.
Zaten, batının finans sistemi de çöktü. IMF, Dünya Bankası, LIBOR, FED hepsi çöktü. 1 ve 2. Dünya Savaşı sonrası oluşan kavram ve kurumlarla zaten 21. yüzyılı açıklamak mümkün değil. O zaman bu durum bizim için de bir fırsat oluşturuyor.
Bugün her yerde Müslüman var. Müslüman olmayan bir ülke yok. O insanların ihtiyaçlarına cevap vermemiz gerekir. Bu da yetmez, alemlere rahmet olan bir peygamberin ümmeti olarak insanlığa bu konuda söyleyecek bir sözümüz olmalı.
Bugün bir ara çözüm gerekli. Mevcut yapının ıslahı şart. Bu konuda tedrici bir geçiş söz konusu. Bunu görelim. Mevcut yapı içinde temiz kalan unsurları da alabiliriz. Hikmet mü’minin yitik malıdır. Elimizdeki imkânlarla sınırlı, verili bir dünyada yaşıyoruz ve bu veriler için bir çözüm yolu bulmamız gerekiyor bugün için. “En iyi iyinin düşmanıdır” diye bir söz var. Öte yandan “Ehveni şer”e razı olup, oraya takılıp kalmak da yanlış.
Bu konuda sorumluluk sadece devletin ya da sokaktaki insanın değil, sektör aktörlerinin, bilim adamlarının sorunu aynı zamanda. Yani tek başına ilahiyatçıların değil.
Bir çalışmanın çokluğundan daha önemli olan sürekliliğidir.
Bunu sadece Katılım Bankacılığı için düşünmüyorum, her alanda. Eğer yapabiliyorsak yapalım. Yapamıyorsak başka bir çözüm var mı? Ekonomik, sosyal, siyasal hayatta buna benzer belki yüzlerce konu var böyle. Siyasi, hukuki, iktisadi bir çevrenin içinde yaşıyorsunuz ve bunların değişimi şarta bağlı. Bunun dışında da uluslararası bir düzen var. Ülke olarak da her istediğinizi istediğiniz zaman, istediğiniz gibi yapamıyorsunuz. Ya da herkes istediği gibi yapsaydı ne olurdu? Daha mı iyi olurdu?
Kesinlikle bu düzen değişmeli. Değişmeli de yeni nasıl bir düzen konulmalı. İşte asıl soru / sorun burada. İnsanlar farklı dini, mezhebi, ideolojik, politik, felsefi, vicdani kanaat farklılıklarına sahip. Ortak bir anlayış zemininde buluşmak sanıldığı kadar kolay değil. Geniş kitlelerin sabiteleri yok ya da çıkarları söz konusu olduğunda çok değişken olabiliyorlar. O zaman uzlaşmak da sanıldığı kadar kolay olmuyor.
Ben tedricilik ve ıslah üzerinde düşünmeye devam etmemiz gerektiğini düşünüyorum.
Selam ve dua ile.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.