Dünya da, Müslümanlar da İslâm’ın evrensel kozmopolis’ine gebe..
Peter Watson, 16. yüzyılda, dünyaya uzaydan gelen bir yaratığın, dünyanın Pasifik’ten Atlaktik’e kadar İslâm’ın yayıldığı bir yer olduğu kanaatine varacağını söyler.
18. yüzyıla gelindiğinde, İslâm’ın dünya üzerindeki topraklarının Hıristiyanlığın üç katı olduğuna dikkat çeker.
Bügün bu tablo tam tersine dönmüştür.
İyi de, neden?
Bu soru, üzerinde ayrıca kafa patlatılmayı hak eden hayatî bir soru.
Bu yazıda, İslâm medeniyetinin biricikliği meselesinin ve dünyanın da, İslâm dünyasının da İslâm’ın evrensel kozmopolis’ine neden gebe olduğu sualinin izini süreceğim...
BATILILARI, TARİHE MÜSLÜMANLAR KIŞKIRTTI
Birleşik Avrupa fikri, hayaldir; sürgit hayalete dönüşmüş bir ham hayal!
Birleşik Avrupa fikrini, tarih boyunca, kısmen de olsa, hayata geçirebilen güç, yalnızca Hıristiyanlık oldu, ortaçağlarda.
Hıristiyanlığı da, sonraki süreçte modernliği de harekete geçiren itici güçse, İslâm’ın muazzam tarihsel yürüyüşüydü: İslâm medeniyeti, her alanda gerçekleştirdiği atılımlarla, tarihte ilk defa Müslümanların hayata geçirdikleri benzeri olmayan çığır açıcı yolculuklarla Avrupa’yı tarihe kışkırtan, toplarlanmasına yol açan itici güç oldu: 9., 12. ve 15. yüzyıllarda gerçekleşen üç büyük rönesansın gerisinde de İslâm medeniyeti vardı. Batılı tarihçilerin de tartışmasız kabul ettikleri önemli bir gerçektir bu.
İSLÂM MEDENİYETİNİN EVRENSEL KOZMOPOLİSİ
Tarihte yalnızca Müslümanların gerçekleştirdiğini söylediğim benzeri olmayan yolculuklar nelerdi, peki?
Öncelikle, bütün medeniyetlerle temasa geçen, hiç birini yok etme ilkelliğine soyunmayan, hepsinden -vahyin kuşatıcı filtresinden geçirerek- yararlanmasını bilen, ölmekte olan kültürlere diriltici ruh üflemekten çekinmeyen yegâne medeniyet tecrübesini, üstelik de bir asır gibi kısa bir süre içinde Pasifik’ten Atalantik’e kadar dünya coğrafyasının kahir ekseriyetine yerleşebilen bir medeniyet mefkûresini hayata geçirmeyi başardı Müslümanlar.
Dikkatinizi çekerim: Burası, geleceğin nasıl şekil alabileceği sorusunun cevabının gizli olduğu son derece hayatî bir yer’dir.
İslâm medeniyetinin özgünlüğünü, biricikliğini, benzersizliğini yansıtan bu çığır açıcı yolculukların teorik temellerine yakından bakalım öyleyse...
Birincisi, kendisini yegâne hak din olarak gören bir din’in bütün dinlere, kültürlere, medeniyetlere hayat hakkı tanıyan tarih boyunca gerçekleştirilmiş ve bu anlamda aşılamamış bir medeniyet tecrübesini insanlığa armağan ettiği gerçeği hâlâ diriliğini, canlılığını koruyan son derece çağdaş, yeniden hayata ve harekete geçirildiğinde insanlığın önünü açacak bir gerçektir.
Çağdaştır; çünkü bugün insanlığın en temel varoluşsal / ontolojik sorunu, farklı dinlerin, kültürlerin, medeniyetlerin nasıl bir arada yaşayabileceği sorunudur.
Bu sorunun anlam haritaları da, yol haritaları da Müslümanlar tarafından geliştirilmiştir ama trajik olan şu ki, Müslümanlar, aşağılık kompleksine gömüldükleri ve o yüzden de zihinleri çağdaş hurafeler çöplüğüne dönüştüğü için üzerinde oturdukları hazinenin farkında bile değiller.
Gür sesle, ikna edici, güçlü, derinlikli söylemlerle bu hakikati haykırmanın vakti çoktan geldi de geçiyor bile.
İkincisi, İslâm medeniyeti, Batılıların bütün medeniyetlerin kökünü kazıdıkları bir zaman diliminde, Hindistan’dan Balkanlar’a, Orta Asya’dan Afrika’ya kadar insanlığa adaletin, hakkaniyetin, sulhün ve hukukun hükümran olduğu bir medeniyet fikri ve gerçeği armağan etmiştir.
Üçüncüsü, vahye, tevhid ilkesine dayanan İslâm medeniyeti, Batılılara, kendilerini, Batılıların pagan felsefî köklerini öğretmiştir. Hıristiyanlar, Müslümanlardan önce pagan Greklerle temasa geçmeyi denemişler ama İskenderiye’de ve Bizans’ta pagan gelenekler, hem Hıristiyanlığın paganlaştırılmasıyla hem de Hıristiyanların pagan Grek felsefesinden de, Hint düşüncesinden de yararlanamamalarıyla sonuçlanmıştır.
Müslümanlar olmasaydı, Batılılar, kendi köklerine aslâ dönemeyecekler, modern meydan okumayı da, fikrî, siyasî ve iktisadî devrimleri de gerçekleştiremeyeceklerdi.
Dördüncüsü ve en önemlisi de, İslâm medeniyeti, benzeri aynı ölçekte henüz gerçekleştirilememiş, herkese hayat hakkı tanıyan, gerçek anlamda yegâne küresel ve evrensel bir kosmopolis geliştirmişti.
Müslüman kozmopolis’i, dolayısıyla İslâm medeniyeti, dünya demekti. Dünyanın felsefî, kültürel olarak yuvarlak olduğu, yalnızca İslâm medeniyetinin hâkim olduğu çağlarda gerçeğe dönüşmüştü. Müslümanlardan önce doğan ama Müslümanlardan sonra tarih sahnesine çıkan -Hıristiyan- Batılılar, dünyanın, yalnızca kendi dünyalarından ibaret olduğunu düşünecek kadar miyoplar -hâlâ!
Üstelik de bu miyopluk, insanlık çapındaki büyük medeniyetlerin kökünü kazılmalarıyla şiddete, kana, katliama bulaşmış bir miyopluk!
Beşincisi, dördüncü maddeyle irtibatlı, dördüncü maddede ifade ettiğim küresel kozmopolis’i yalnızca müslümanların gerçekleştirebilmelerini mümkün kılan üç sütun yalnızca müslümanlar tarafından gerçeğe dönüştürülebilmişti.
Birinci sütun, Dârü’l-İslâm / İslâm Yurdu.
İkinci sütun, Dârü’s-Selâm / Selamet, Emniyet, Barış Yurdu.
Üçüncü sütun ise, Dârü’l-İnsan / İnsanlık Yurdu.
Tarihte bu üç sütunu hayata ve harekete yalnızca Müslümanlar geçirebilmiş ve insanlığın önünü yalnızca Müslümanlar açabilmişti.
GELECEK, İSLÂM’A GEBE. BİZ DE.
Sözün özü: İslâm medeniyeti, Latin Amerika ve kısmen Afrika kültürleri hâriç, bütün medeniyetlerle, kültürlerle ve dinlerle temasa geçmiş, insanlığın birikiminin üzerine oturmuş, bu birikimleri yok etmemiş, aksine canlandırmış, yaşatmış, böylelikle farklı dinlerin, kültürlerin ve medeniyetlerin birbirlerinden beslenerek, birbirlerini besleyerek nasıl birlikte yaşayabileceklerinin ve insanlığın önünü açabileceklerinin yegâne modelini insanlığa armağan ermiştir.
O yüzden gelecek, İslâm’a gebe. Büyük savrulmalar yaşayan, İslâm’dan uzaklaşan, İslâm’ın ruhunu, dinamizmini kavramaktan uzak düşen Müslümanlar da İslâm’a, İslâm’ın evrensel kozmopolis’ine gebe.
Yeniden hakkıyla Müslümanlaşabilirsek, bunun için de 3 Z formülüyle izah ettiğim, Müslüman Zihni’ne, Müslümanca yaşama Zemin’ine ve Müslüman Zaman’ına bütün boyutlarıyla yeniden kavuşabilirsek, şu çivisi çıkmış dünyanın ontolojik felâketlerine biz son verebilir ve insanlığın önünü biz açabiliriz bir kez daha, taze bir ruhla ve dinamizmle -Allah’ın lûtfu ve keremiyle...
Çok çalışmamız, eğitimde, kültürde, fikirde, sanatta, hayatın her alanında bu medeniyet mefkûresini özümseyecek ve yeniden dünyaya sunacak büyük atılımlar yapmamız gerekiyor.
İşimiz vaktimizde çok.
Vesselâm.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.