Şehirlerin kimyası ne zaman bozuldu?
Ak Parti’nin belediye başkan adaylarının yarısı belli oldu. Adayların önünde hayli zaman var. Belki bu arada yönetecekleri şehirlerle ilgili düşünürler, şehirlerinin insanî ölçekte yaşanılırlığı, tarih ve tabiat dengesini koruma meselelerini gündemlerine alırlar. Şehir-medeniyet ilişkisi üzerinde kafa yorarlar. Yahya Kemal, Tanpınar ve Turgut Cansever okur ve şehir tasavvurlarını yenilerler.
Şehir “mühim”. “Şehrini söyle kim olduğunu söyleyeyim”, desek yeri var. Bunun hemen ardından “öyle kimlikli şehir mi kaldı memlekette” sorusunu soranlar çıkabilir. Şehir kimlikleri son 70 yıl içinde ciddi değişikliklere maruz kaldı. Ankara’nın değişimi başkentlikten ötürü 1920’lerde, yani erken başladı. Diğer şehirlerde ancak 1950’den sonra köklü değişiklikler görülüyor.
Tek parti yönetimi şehirlerin çehresinde büyük değişiklikler yapmak istese de bunu gerçekleştiremedi. Esasen buna gücü yetmedi diyebiliriz. Buna ülkemizin en kalabalık şehri (1950’de 983 bin) İstanbul da dahildir. Bu dönemden şehirlerimizde kalabilen ekseriya halkevi binaları ve Atatürk heykelleridir.
Şehirlerimizin kimyasını, tarihî dokuyu önemsemeden “imar hamlesi” yaparak ilk defa değiştirmeye/bozmaya yürüyen Adnan Menderes’tir. Sonraki sağ iktidarlar da onun izinden gittiler. Turgut Özal 1980’lerde şehir altyapılarının güçlendirilmesini önemsedi. 1980’lerden itibaren Millî Görüş etiketli başkanlar Türkiye’nin büyükşehirlerinde yaşanılırlık oranını yükseltici çalışmalar yaptılar. Başlangıçta şehir kimliğine aykırılık yüksek nisbette değildi.
***
Şehirlere aşırı nüfus yığılması, arsa spekülasyonu ve rantı câzib hâle getirdi. Bu temayül şehirlerimizi içten içe kemirmeye başladı. Yöneliş son yirmi yılda kemirmenin ötesine geçti büyük lokmaların yutulmasına dönüştü. Şehre karşı işlenen cürümler son yıllarda tavan yaptı. Şimdi bir kısmı vazifesinden uzaklaştırılan belediye başkanlarının bu yağmalamada eli olduğunu bilmekle beraber daha da yukarıya ulaşmak iddiasındaki yağmacıların işi daha da kötüleştirdiği iddialarını ciddiye almak lâzımdır.
Bu dönemde şehirlerimizin kimyası öylesine bozuldu ki, bu dayanılmaz bozulmanın itirafı mahiyetinde açıklamalar en yukarıdan yapılmaya başlandı.
Şehirlerimizi kurtarmak için bu yolla bir sonuç alınabilir mi? Olumsuzu dillendirmek olumlunun hayata geçirilmesi ile sonuçlanmıyor. Bunun için bir itici güç, hatta irade olması lâzım.
Türkiye son yıllarda inşaat sektörü üzerinden ekonomisini çeviriyor, ayakta tutuyor. İktisadî hayatı ayakta tutacak yeni bir alan veya imkân yaratılmadan olumlu değişim imkânsızdır. Yine de Türkiye yapılaşmanın sonuna doğru yürüyor. Bundan sonra yapılanları yıkarak yeni şeyler yapmaktan başka yol kalmayacak.
Belki de bu yüzden “şehir ıslahı” değil, “kentsel dönüşüm” deniliyor. Şehir ıslahı artık yaşanılırlık değeri kalmamış şehir parçalarının sağlıklılaştırılması üzerinden yürütülebilir ancak. Kentsel dönüşüm ise, ıslahı gereken şehir parçasını yüksek kâr alanı olarak görmek, yüksek binalar yaparak bir nevi rantsal dönüşüm yapmaktan ibaret kalıyor!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.