ABD nereye çekiliyor?
21. yüzyılımız 20. yüzyılımıza benzemeyecek; bu giderek daha fazla hissediliyor. Farklılaşma en fazla dış siyasette görünürleşiyor; dış gelişmeler hatta iç siyaseti belirleyecek şekilde seyrediyor.
Türkiye Cumhuriyeti dış siyaset parametrelerini tedricen değiştirmek mecburiyetinde kalıyor. Değişimi 2002’den beri devam eden yönetimin hızlandırdığını söyleyebiliriz. Bu siyaseti “yeni cumhuriyet siyaseti” olarak adlandırmak mümkün müdür?
Türkiye Cumhuriyeti, 20.yüzyılın başındaki dünya patronu İngiltere öncülüğünde batılı sömürgecilerin Osmanlı Devleti’ni tasfiyesi sonucu kurulmuştur, bunu kayda geçirmeden yapılacak değerlendirmeler boş lâftır. Millî Mücadele’den sonra iki barış ihtimali vardı. Birincisi, yeni Türkiye’yi oluşturacak kadroların Osmanlı Devleti’nin tasfiyesini emperyalist devletlere bırakmadan yapması ve 1. Dünya Savaşı öncesinde Osmanlı sınırları içinde bulunan ülkelerle ilişkilerin sürdürülmesi.
O zaman bu mümkün olmadı veya bunu başaramadık.
***
Lozan’da Osmanlı Devleti’nin tasfiyesi İngiltere ve müttefiklerinin projeleri doğrultusunda, yeni Türkiye’yi kuracakların tasvibi ile yapıldı. Bu tasvib sadece coğrafi sınırlar ve maddi mirasla ilgili değildi, manevî mirasın reddedilmesini de kapsıyordu. Osmanlının maddî mirası kadar manevî mirası da önemlidir. Bu manevî mirasın en görünür olduğu alan dış siyasettir.
Osmanlı Devleti’nin tasfiyesiyle Türkiye Cumhuriyeti’ne yolu açan batılılar, aynı zamanda Arap nüfusun çoğunlukta olduğu bölgelerde manda idareleri kurdular ve bazı küçük devletlere (emirliklere) de cevaz verdiler. Bunlardan daha önemli olan, Filistin’e Yahudi göçüne ve mutasavver bir Yahudi devletinin oluşmasına zemin hazırlanmasıdır. Osmanlı Devleti’nin yıkılmasıyla başlayan zemin üzerinde 2. Dünya savaşından sonra İsrail devleti ilân edildi.
Türkiye Cumhuriyeti’nin İsrail’i ilk tanıyan devletler arasında olması asla tesadüf değildir, “Cumhuriyet siyaseti”nin tabiî sonucudur. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasına zemin hazırlayan irade, bu defa Osmanlı toprakları üzerinde yeni bir devlet oluşturuyordu. Bu devleti Türkiye’nin geç tanıması demek, Cumhuriyet dış politikasının tayin edilmiş sınırları dışına çıkması, hatta İsrail’in meşruiyetini askıda bırakması demekti.
Türkiye’nin İsrail ne yaparsa yapsın, nasıl davranırsa davransın, ilişkilerini en üst seviyede sürdürmesi, 1920’lerde belirlenmiş olan siyasete uygundur. Fakat, bugünün dünyasında bu siyasete sadık kalınması, kolay değildir, hatta imkânsızdır.
Nitekim, İsrail’le ilişkilerin gevşediği bir süreçte 28 Şubat müdahalesi, devleti bildik Cumhuriyet siyasetine döndürdü. İsrail’le ilişkiler en üst seviyeye çıkarıldı. Askerler, büyük ihaleleri İsrail firmalarına verdiler, çok sayıda gizli anlaşma imzaladılar. ABD’nin yeni teknolojileri Türkiye’ye İsrail üzerinden verme siyasetinin bu sonuçta etkisi dikkatten uzak tutulmamalıdır.
28 Şubat hükümetleri sonrasında, Türkiye siyasetini İsrail’le çatışmaya girmeden geliştirmeye çalıştı. Fakat daha sonra bunun sürdürülmesi güçleşti. Geçen yılın başında ABD’nin Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıması, bir seri olaydan sonra Türkiye’nin konum belirleme hususundaki esnekliğini etkiledi.
Buna rağmen, “Türkiye İsrail odaklı siyaseti tam olarak terk edebilir mi?” sorusunun sorulması gerekiyor. Çünkü bu siyaset esas olarak ABD siyasetidir ve netice olarak Avrupa siyasetidir.
ABD siyaseti değişmeden, Türkiye’nin bu hususta sürdürülebilir siyaset belirlemesi kolay değildir. “ABD neden Irak’ta ve neden Suriye’de?” sorularının cevabı nettir: İsrail’in varlığının garanti edilmesi.
ABD başkanının Suriye’deki askerî varlığını sonlandırma kararı kesin bir siyaset değişikliği olabilir mi? Böyle bir siyaset değişikliğinin Türkiye’de ferahlığa yol açması tabiidir. Hakiki bir dış siyaset değişikliği için bir sabite terk edilecektir. Gerçekten böyle mi olacak?
Bunu Türkiye üzerinden okumaktansa Arap âlemi, daha doğrusu “Arap devletleri” açısından okumak da aydınlatıcı olacaktır. Arap âleminde sözü geçen devletler Suudi Arabistan ve Mısır böyle bir siyaset değişikliğine hazır mıdır?
***
“İsrail’in varlığı bu ülkelerdeki yönetimlerin garantisidir” demek yanlış olmaz. İsrail’in zaafı, Suudi Arabistan’ı ve Mısır’ı ciddi şekilde etkiler. İsrailsiz bir Ortadoğu, emperyalizmin ayakta tuttuğu (artık bunu açıkça ifade etmekten çekinmiyorlar) Arap devletleriyle yola devam edemez.
ABD askerinin çekileceği açıklaması Türkiye’nin elini görünüşte güçlendirmiştir. İlk üzerinde durulması gereken çekilmenin lâfta mı kalacağıdır. Şimdilik bu ihtimal ağır basıyor. ABD hamisi olduğu PYD’ye silah ikmaline devam ediyor.
Çekilme açıklaması neden yapıldı öyleyse?
Belki de murat ABD çekiliyor görüntüsü ile Türkiye-Rusya ilişkilerini sınamaktadır.
Rusya’nın Suriye denklemine ABD’nin rızası olmaksızın dahil edildiğini düşünmek safdillik olur. İsrail’in güvenliği ABD ile olmazsa Rusya ile garantiye alınmalıdır. Suriye’nin belirsizliği, Irak’ın parçalanmışlığı ve Türkiye’nin tahdit edilmesi ancak bu şekilde sağlanabilir.
Sadece şu söylenebilir: Suriye’de çözüm ne kolay ne de yakın.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.