Başörtüsü ve Vietnam Sendromu
Başörtüsü neredeyse yarım asır “yasak” olma boyutuyla Türkiye’nin gündeminde oldu. Her ne kadar dünün “Arabistan’a gitsinler” sözü bugünlerde “burası Arabistan mı” şeklinde tezahür etse ve başörtülüler nadir de olsa ayrımcılığa maruz kalsalar da, mesele artık kabuk değiştirmiş, başörtüsü farklı şekillerde tartışılır hale gelmiş durumda: Başörtülüler JİP’e biner mi? Başörtülüler alkol içer mi, alkollü mekana takılır mı? Tesettür ile moda, defile, makyaj bir arada olabilir mi? Başörtülü bir kadın sosyal medyada istediği pozu verebilir, sosyal medya “trendlerine” malzeme olabilir mi?
En başta belirtelim: Okuduğumuz ve dinlediğimiz kadarıyla başörtülü kadınlar, bu tür soruların sorulmasından dahi rahatsız oluyorlar. Hele hele, bu soruları erkeklerin sormasından, erkeklerin başörtülü kadınlara bir çerçeve çizme, bir misyon yükleme gayretinden hoşnutsuzlar ve bunu da açık açık dile getiriyorlar.
Başörtüsü ya da genel olarak tesettür, iktisadi ve siyasi gelişmelere paralel olarak büyük değişim yaşıyor. “Değişen Tesettür Algısı” üzerine çalışmalar yapan Üsküdar Üniversitesi Öğretim Üyesi Melek Çaylak, tesettürlü kadının tesettürü modernizmin bir eklentisi haline getirdiğini söylüyor. Çaylak, “Dini bir emir olan tesettür modalaşarak, markalaşarak, defileler, dergiler aracılığı ile bir tüketim nesnesine indirgenmekte ve metalaşmaktadır” diyor.
Cihan Aktaş da, Gerçek Hayat Dergisi’ndeki “Başörtüsü Aynı Açıklama Değil Artık” başlıklı yazısında “Bugün İslam’ı en doğru bir şekilde temsil eden gösterenin her hal ve yorumuyla başörtüsü olduğunu söylemekte ne yazık ki zorlanıyoruz. Başörtüsü artık tesettür için gerekli takva, tevazu ve rıza hallerini yansıtmıyor genel bir bakışta” dedikten sonra “Başörtülü kadınların ortalama bir Türkiye fotoğrafında tutmaya başladığı şimdiki yer bir normalleşme anlamına geliyor. Bu normalleşme, sayısal çokluk içinde her türlü profilin var olmasıyla aynı şey. Başörtülü kadın melek değil… Tuhaf olan yasakların var ettiği eski telakkilerdi… Bu açıdan, normalleşme sürecinin özellikle biçimler bağlamında abartılı tezahürler sergilemesine de şaşmamak gerekir” diyor.
Cihan Aktaş’ın “normalleşme” vurgusu çok önemli. Bu normalleşmeyi biraz da şöyle okumak gerekir: Başörtülüler, kamusal alanda var olmak için yoğun bir mücadele verdiler. Üniversitede okumak, kamu ya da özel sektörde çalışmak için uzun soluklu bir direniş sergilediler. Müslümanların iktisaden güçlendikleri ve iktidara geldikleri bir süreçte, en baştaki bu modern taleplerin, bugün yeni başörtüsü fotoğrafını oluşturmasından daha doğal, daha normal ne olabilir ki? İstenen, arzulanan, hedeflenen ve uğrunda savaşılan zaten bugün gelinen nokta değil midir?
Modern ve kapitalist dünyadan pay kapma çabası zafere ulaşmıştır.
Özgür ve modern bireyler olma mücadelesindeki başörtülü kadınların kendilerini yargılayanlara yönelik tepkisi son derece haklıdır. Kimsenin de modern, özgür, seküler başörtülü kadın imajından şikayet etmeye hakkı yoktur.
Yeni başörtülü imajından benim neslimin rahatsızlığını ise kadınların bir şikayet olarak değil de, bir hayal kırıklığının, burukluğun tezahürü olarak anlamalarını temenni ederim.
Bizimkisi bir şekilde Vietnam Sendromu…
Amerikan askerleri Vietnam’dan ülkelerine döndükten sonra uyum sorunu yaşamışlardı. Özellikle de, kendileri yoğun bir savaşın içindeyken, kan gölünde boğulmaktan kurtulmuşken, ülkelerinde insanların hiçbir şeyden habersiz günlerini gün etmeleri kendilerini rahatsız etmişti. Bekledikleri saygıyı da görmeyen askerler uyumsuzluk sergilemiş, buna da Vietnam Sendromu denmişti.
Bizimki de biraz böyle… 40 yıl boyunca verilen mücadelenin ardından gelinen nokta, çoğumuzda “bunun için mi savaştık?” duygusu oluşturuyor.
Değişen sosyolojiyle tesettürün şekli de kuşkusuz değişmeye, tesettür daha da açılıp saçılmaya devam edecektir. Aysha, Vuslat, Ala, İkra, Enda, “Hijab in Style” gibi dergilerle, Tekbir, Vahdet, Safamerve gibi “moda evleri”nin defileleriyle başörtülü kadın özgürleştikçe özgürleşecektir.
Tesettür bir kesimi “özgürleştirirken”, diğer bir kesim için tesettür, tesettür olarak kalmaya da kuşkusuz devam edecektir. Cihan Aktaş, Gerçek Hayat’taki makalesinde umudunu muhafaza ediyor: “Bu baş örtme dalgasının içinde toplumsal duyarlılık ve takva sorumluluğu gibi ölçülerle hareket edenler hiç eksik değil, ama öyle ya, onlar zaten hiçbir zaman ortalıkta görünmeyi sevmediler. Porselen gülüşleri yok onların, köşeleri, unvanları, koltukları yok. İsimsizce koşturuyorlar gecede ve bir gecekonduda donmaya başlayan mülteci çocuğu bağırlarına basıp ısıtmaya çalışıyorlar.”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.