Sömürge aydını flarmoni orkestrasından senfoni dinler
Kültür erozyonuyla karşı karşıya olan ve sanat yabancılaşması içinde kıvranan bu ülkede sağ ve muhafazakâr düşünceye sahip yazarların yazdığı bir gazetenin yazarından “Viyana Filarmoni’yi yerinde izlemeyi çok isterdim” başlıklı bir yazı okursanız ne düşünürsünüz?
Flarmoni Orkestrasının icra ettiği senfoninin Avrupalı için sanat değeri olabilir. Fakat millî sanatı engellenmiş, Batılılaşma inkılâplarının zulmüne uğramış Türkiye’de Viyana Flarmoni Orkestrasının icra ettiği müzik Müslüman Türk toplumunda ne ifade edebilir? Gönlüne ve dimağına ne damıtabilir? Durup dururken bu müziği bir ikon gibi başlık yapmak ne anlama geliyor?
Yazı sahibinin kendi müzik zevki olabilir? Fakat kafası karışık gençlere kala kala Viyana’da senfoni dinlemenin hüzünlü albenisi mi kaldı anlatacak? Millî müziğine yabancılaştırılmış ve arada kalmış topluma böyle mi örnek olunacak? Türkiye’nin millî kimliğine ve kültürüne sahip çıkan yazarların olduğu bir gazetede böyle bir yazı maalesef kötü bir örnek teşkil etti.
KENDİ MÜZİĞİNDEN HAZZETMEYEN SÖMÜRGE AYDINLARI
Sömürgeci Avrupa’nın müziğine meftun olmak, “gâliblerin çizmesini yalayan” Garbçı ve sömürge aydınlarının meziyetidir. Mağlubiyet halet-i ruhiyesi içinde a’raf’ta kalmış zavallı Türk aydınının özentisidir. Kendi irfanından kaçan, müziğinden zevk alamayan Doğu Batı arasında kalmış eklektik aydınların müzik takıntısıdır bu… Tasavvuf menşeli türkülerden, ilahilerden hoşlanmayan sömürge aydınlarının Batı’nın senfonilerine ilgi duyması aşağılık kompleksinden kaynaklanıyor.
Kemalist modernleşme inkılâplarıyla zihin travması geçiren, müziği yasaklanan, İslâm medeniyet değerleri “redd-i miras” edilen, dili ve ruhuyla kendi öz müziğine karşı aç bırakılmış bu ülkenin insanlarına özendirici bir şekilde flarmoni orkestrasından senfoni dinlemenin derunî erdemlerinden bahsetmek abes üstü abes bir düşünce…
İlk mekteplerden üniversiteye kadar tasavvuf mûsikimizin, ilahilerimizin ve en çok da tasavvuf şiirlerinden bestelenmiş türkülerimizin hem de âcilen hayata, gönül ve dimağlara yerleştirilmesi gerekirken, “Viyana Filarmoni Orkestrasının geleneksel yılbaşı konserini bizzat Viyana’da izlemeyi çok isterdim ama böyle bir şansım hiç olmadı. Her yıl genellikle ya TRT müzikten canlı olarak ya da sonradan Youtube üzerinden dinlemeye çalışıyorum. Bu sene konserin tamamını izleyemedim ama, önümüzdeki günlerde özel bir Viyana filarmoni gecesiyle kendime ait bir zamana yolculuk yapmayı düşünüyorum…” diye yazarak zihin ve dimağ katline girişmek fenâ bir cürüm!
SENFONİLER “BATILILAŞMA İHÂNETİNİN” MÜZİK KOLUDUR
“Batılılaşma ihânetinin” müzik kolunun bu toplumun gönül ve dimağında açtığı derin yaralar tedavi edilmeye çalışılırken, “Keşke bir gün hepimiz gecenin dibinde kırmızının, mavinin, yeşilin önünde durup birden 40. Senfoninin dalgalı deniziyle hayallerimize yelken açmayı deneyebilsek. Biliyorum, belki müziğin o coşkulu ırmağı birçoğumuzun içine hiç uğramayacak, kim bilir belki de uğrayacak ama biz o sesi hiç duyamayacağız. Bu yüzden yitip giden zamanların ardından ne kadar ağıt yaksak da nafile...” diye yazarak, modern-kapitalist kültür saldırılarına karşı dayanıksız ve zihni teşekkül etmemiş kitleleri özendirmek doğru mudur?
“Başkalarını bilemem ama benim için müzik, hayatın en değerli renklerinden birisi. Bu yüzden de, artık bir ritüel haline gelen Viyana Filarmoni’nin 1 Ocak konseriyle yeni yılı karşılamak bana iyi geliyor….” cümleleriyle Frenk ruhunu coşturan müzik alenen telkin ve tavsiye ediliyor.
Avusturya için bir ikon olan Hofburg Sarayı'nda her yıl Avusturya’nın Osmanlılar’dan kurtuluşunun hâtırasına Flarmoni Orkestrası tarafından icra edilen senfonileri dinlemek sömürge aydınının işidir. Viyana Flarmoni Orkestrasından 40. Senfoniyi dinlemek sömürge aydınlarının ruhunu kanatlandırabilir. Hele de yılbaşını böyle bir konserle karşılamak, zihniyeti ve müzik zevkiyle sömürgeleşmiş Türk aydınlarının (intelijansiyasının demek lâzım) yüz elli yıllık mağlubiyet psikolojisinin dışavurumudur.
Abdülhak Hamid’den Tevfik Fikret’te, Abdullah Cevdet’ten Orhan Pamuk’a kadar bu ülkede yaşayıp da Avrupa kültürünün acentalığını yapan Türkiye’deki sömürge aydınlarının tabiyet değiştiren ruhlarını dindirmek için aradıkları liman senfonidir, Viyana’dır, Paris’tir…
“HÜZÜNLERİ DİNDİRMENİN” LİMANI SENFONİ Mİ? YOKSA ITRÎ VE ERTAŞ MI?
Ruhunun acılarını ağyarın limanlarında dindirmeye çalışan sömürge aydınını dinleyelim:
“Hızla akıp giden her yılın ardından ya yapamadıklarımız için hayıflanırız, ya da yeni yıla dair taze umutlar, yeni hayaller biriktiririz. Ama matematiksel olarak hayatımızdan bir yılın daha eksildiğini gördükçe hüzünlerimizle baş başa kalırız. Galiba böyle anlarda acıları hafifletmenin, hüzünleri dindirmenin en güzel yolu müziğin o muhteşem limanlarına sığınmak...”
Fakat sormak lâzım: Hüzünlerimizi dindirmenin (hüzünlerimizi sevmenin yolu demek lâzım) yolu hangi müziğin limanındadır? Senfoni mi? İsmâil Dede Efendi mi? Mustafa Itrî’mi? Neşet Ertaş mı? Âşık Veysel mi?
Türkiye’nin sömürge aydınları dün de bugün de gönlümüze şifa veren, hüzünlerimizi paylaşan kendi öz mûsikimizin bu değerli ustalarını dinlemezler! Oysa bu ve benzeri değerlerimiz asırlardır bizi millet yapan, gönül ve dimağımızı âbad eden, mâveraya kanatlandıran değerlerdir. Ruh ve zevkleri tabiyet değiştirmiş sömürge aydınları bu değerlerle kalbî ve zihnî bağ kuramazlar. Bu güruh Frenk zevki olan Viyana Flarmoni Orkestrasından 4o. Senfoniyi dinlemek için yılbaşlarında hayâl kurarlar.
Fakat yanıbaşlarındaki bir selâtin câmiinde veya herhangi bir câmide aşirhanların dört makamda okuduğu, dinî mûsikimizin en muhtevalı ve sanatlı formlarından biri olan mevlid-i şerif’ten zevk almazlar. Yunus Emre’nin şiirlerinden bestelenen bir ilâhî ve türkü, ruhu Viyana’ya iltica etmiş sömürge aydını için hiçbir şey ifade etmez.
Kağızmanlı Hıfzı’dan, Erzurumlu Emrah’tan ve Hatayî’nin şiirlerinden bestelenmiş tasavvuf tadında bir türkü, bir ilâhî, ruhunun huzurunu senfonilerde arayan sömürge aydınlarını okşayabilir mi?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.