Yusuf Kaplan

Yusuf Kaplan

Üç Turgut Cansever: Düşünür, Mimar, Bilge

Üç Turgut Cansever: Düşünür, Mimar, Bilge

Geçtiğimiz ay 100 kitaplık okuma listesi’nin 4. aşama kitaplarını yayınladım. Listede Cansever’in de en önemli kitabı yer alıyordu. Ancak liste yayınlanınca, okuyucular sadece İslâm’da Şehir ve Mimari başlıklı bu kitabı değil, hiç bir kitabının baskısı olmadığı bilgisini verince beynimden vurulmuşa döndüm.

Şehirlerimizi neden mahvediyoruz diye sorup duruyoruz.

Cansever gibi bir mimar-düşünür’ün kitapları yoksa, basılmıyorsa, şehirlerin mahvolması normaldir.

Bugün Cansever’in vefat yıldönümünde daha önce yayımlanan bir yazımı sizlerle bir kez daha paylaşmak istedim bu yüzden...

KUŞATICI VE KUCAKLAYICI MEDENİYET PERSPEKTİFİ

Turgut Cansever kimdi? Düşünür, mimar ve bilge adamdı.

Hangisi daha önemliydi, diye soracak olursanız, bilge’liği diye cevap verirdim hiç tereddüt etmeden.

Ama bu üç temel özelliğini birbirinden ayırt etmek çok da kolay değil, kanımca.

Neredeyse kurduğu her cümlede bu üç özelliğini de görebilirdiniz. İşte o -artık çok bilinen- cümlelerinden biri:

“Şehri imar ederken nesli ihya etmeyi ihmal ederseniz; ihmal ettiğiniz nesil, imar ettiğiniz şehri tahrip eder.”

Bu ülke, Turgut Cansever’in değerini bilemedi yaşarken.

Vefat ettikten sonra da bütün yönleriyle keşfedemedi Cansever’i de, düşünce dünyasını da, mimarî ufkunu da, ülkeyi çoraklıktan çıkaracak, engin bir vahaya kavuşturacak bilgeliğini de.

Düşünürleri düşünür yapan, öncelikle, medeniyet perspektifine sahip olmalarıdır.

Medeniyet perspektifi, her şeye, düne, bugüne, dünün, bugünün ya da yarının muhtemel hâdiselerine bütünlüklü bakabilme melekeleri kazandırır insana.

Derin nefes aldırır: Donan zihinleri açan, körleşen kalpleri kanatlandıran bir ruhla donatır. Bu ruh, zamanları ve mekânları aşan bir yolculuk yaptırır hem sahibine hem de muhatabına.

Cansever’in medeniyet perspektifi, köklü, kuşatıcı ve kucaklayıcı bir medeniyet perspektifiydi: Hz. Peygamber’den (sav) Konfüçyüs’e, İbn Arabî’den Wittgenstein’a, Sinan’dan Le Corbusier ve Haussmann’a, sanat müziğinden barok müziğe kadar uzanan, alabildiğine geniş bir dünyanın içinden konuşuyordu.

BİLGELİĞİYLE KALPLERİ FETHETTİ

Konuşlandığı yer, konuşmasının içeriğini belirliyor; konu’sunun ve konuşması’nın dili’ni, yer’ini ve yön’ünü tayin ediyordu.

Turgut Cansever’in bir bütün olarak ortaya koyduğu fikrî ve mimarî çaba, Fütûhât-ı Medeniyye fikri etrafında geliştirdiğim Mekke sürecinde hakikatin hayat bulduğu Dil’i ve Zihni; Medine sürecinde hakikatin hayat olduğu muhkem Yer’i ve Zemin’i; ve nihayet hakikatin bütün insanlığa ve varlığa hayat sunduğu, mekke ve medine süreçlerinin hâsılası olan Yön’ü / Zaman’ı şekillendiren medeniyet tasavvurunun üçlü biliş / ilim, oluş / irfan ve “varoluş” / hikmet yolculuklarından oluşan kurucu, konumlandırıcı ve koruyucu menzillerine tekabül ediyor.

Bu noktada geliştirdiğim ve sistemleştirmeye çalıştığım Fütûhât-ı Medeniyye fikrinin inşasında beslendiğim önde gelen düşünür ve sanatçılarımızdan biri de Turgut Cansever üstadımızdı.

Hasbelkader geliştirdiğim bu medeniyet tasavvurunun oluşmasında verdiği katkının yanısıra, ortaya çıkan hâliyle bu medeniyet tasavvurunun Cansever’in düşünür, mimar ve bilge niteliklerini açıklamakta bir hayli zihin açıcı bir işlev gördüğünü de ifade etmeme izin verin lûtfen.

Cansever’e bilge karakterini kazandıran onun Müslümanlığının sahiciliği ve samimiyetiydi.

Çocuksu saflığın arı-duru, ümmîleşmiş; hayatımızı, fikir, sanat dünyamızı ve duyarlıklarımızı arı-duru kılıcı, ümmîleştirici; bizi taptaze, her dem taze, her dem diriltici bir hakikat medeniyeti yolculuğuna çağıran ve çıkaran sahiciliği, samimiyeti ve sarıp sarmalayıcı, kucaklayıcı, derin nefes üfleyen dervişliği ve derinliği yani.

DÜŞÜNCE HAYATIMIZA MİMARİ’NİN UFKUNU KAZANDIRDI

Turgut Cansever’in bir diğer ayrıksı özelliği de, düşünce hayatımıza mimarinin ufuklarını kazandıran bir düşünür olmasıydı.

Hakikatin hayat bulacağı, hayat olacağı ve hayat sunacağı bir zemin, bir yer, bir habitus, kısacası mekân fikri, onunla düşünce ve sanat hayatımıza girdi, en azından düşünce ve sanat hayatımızın ufuklarının koordinatlarını belirginleştirdi ve zenginleştirdi.

Heidegger’in derdi, tarih olmuş bir Hıristiyanlığın nasıl hayat olabileceği meselesiydi.

Turgut Cansever’in derdi de, İslâm’ın, nasıl yeniden hayatımız olabileceği ve hayatımıza nasıl diriltici bir soluk üfleyebileceği meselesiydi.

Onun kendi mimarî tasavvurunu açıklarken geliştirdiği sistematik, bu konuda gâyet sarih ve ufuk açıcı fikirler sunuyor/du bize.

Cansever, tevhid’in bütünleştirici ilkesinin, atomları, parçaları, farklılıkları bir araya getirdiği ve her birinin kendi hayatını yaşayarak tevhid’in bütünleştirici ilkesine katıldığı ve katkıda bulunduğu tevhid ve adalet ilkeleri çerçevesinde inşa edilen muazzam bir mimarî tasavvur geliştirmişti.

O yüzden mimarinin, estetiğin bir alanı olmaktan ziyade ahlâk’ın bir alanı olarak ele alınması durumunda, nefes alabileceğimiz, dünyayı güzelleştirebileceğimiz bir işlev göreceğine dikkat çekmişti özenle.

İşte o zaman, mimarinin, bir kozmolojik tasavvur olarak kavranmasının, buradan tevhid’e, bütünlük fikrine ulaşmasının mümkün olabileceğini; ve ancak bundan sonra mimarînin farklı mimarlık malzemelerini, araçlarını, Kitabımızın tarifiyle “her şeyin yerli yerine oturtulması” demek olan adalet ilkesi çerçevesinde verimli bir şekilde kullanabilecek bir kıvama ulaşabileceğini söylemişti.

Dikkat ederseniz, Cansever’in bu çözümlemeleri, sadece mimarî alanda uygulanmakla kalmayacak, siyaset teorisine de, estetik teorisine de, hayatın bütün alanlarına da tatbik edilebilecek kadar kapsamlı, kuşatıcı, kucaklayıcı, ufuk ve zihin açıcı tahlillerdi.

Cansever yaşarken, hem mimarimizi ve şehir hayatımızı hem de düşünce, sanat, siyaset ve toplum hayatımızı diriltecek bir düşünür, mimar ve bilge insan olarak değeri hakkıyla bilinemedi, ne yazık ki.

Fakat şundan hiç kuşku duymuyorum: Turgut Cansever, sadece mimarî hayatımızın ve şehirlerimizin değil, sanat, siyaset, toplum ve ahlâk hayatımızın da ruh kazanmasında kilit rol oynayacak yakın gelecekte.

Bu nedenle onun izini sürdüğü ve bence şahsında gerçekleştirdiği, onu bilge insan katına yükselten insan-ı kâmil modelinin mimarî, sanat, fikir dünyamızda zamanla enlemesine ve boylamasına hakkıyla keşfedileceğini, başka da bir çıkış yolumuz olmadığını düşünüyorum.

Çağdaş Sinan’ımız Cansever üstadımızı rahmetle, şükranla anıyorum bir kez daha.

Vesselâm.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yusuf Kaplan Arşivi