Kafa keserek değil kafanın içini boşaltarak soykırım
Son yüzyıl soykırımlar, katiamlar çağı idi. Jenosit, etnik temizlik… Bu yüzyılda insan hafızasına kazındı. Dünya nizamî savaşlar dışında gayri nizami temizlik hareketlerine sahne oldu. Milyonlarca insanın bedeninin yok edilmesi elbette en kolay anlaşılır, en elle tutulur katliam şeklidir; soykırımdır, jenosiddir, etnik temizliktir… Fakat hedef sadece insan bedeninin yok edilmesi olabilir mi? Sırpların Boşnak katliamı sırasında, sadece insanlar değil, Osmanlı dönemini hatırlatan bütün mimari eserler de hedef seçildi. Bu savaşta sadece cami gibi sembol dinî yapılar değil, Osmanlı sivil mimarisinin şaheserlerinden köprüler ve hatta sıradan evler, konaklar da hedef olarak seçilmişti.
İnsan ancak kültürle/harsla tanımlanabilir. Sırf biyolojik bir gerçeklik olması gereken etnik, ırkî yapıyı da anlamlı kılan kültürdür. Kültürel varlığı insana kimlik kazandırır ve bir kapsama sokar. Bu yüzden, bütün dünyada katliam bedenlerin yok edilmesinden öte bir muhtevaya sahiptir.
***
İnsanı uzun bir süreç içinde yok etmek, onun kültürel-manevi varlığını yok etmekle sağlanabilir. Bu anlamda bir “kültürel soykırım”dan bahsetmek yanlış olmaz. Kavramı böyle ifade ederken hissettiğim sıkıntıyı, elli yıl önce yayınlanmış bir sözlük izale etti. Şakir Altay ve Veli Keskin tarafından hazırlanmış olan bu sözlük, 1969’daki yayınlanışından sonra bir daha basıldı mı, bilmiyorum? “Hukukî ve Sosyal Terimler Sözlüğü”nde “Jenosid” tanımlanırken ırk dışında din, dil ve hars/kültürden de söz ediliyor. Daha ötesi, “kültürel jenosid” alt başlığı altında, “fikir adamlarını elimine etmek, mektep, müze, kütüphane, klüp, mabed ve emsali gibi kültür müesseselerini yok etmek”ten de bahsediliyor.
Bu satırları okurken Türkiye’nin yakın tarihi hızla gözlerimin önünden geçti. Şimdi içinde bulunduğumuz kültürel yozlaşma, manevî buhran daha anlam kazandı. Kendimi de bir kültürel soykırımın hedefi olarak gördüm.
Bizim fikir adamlarımız, sanat adamlarımız daha geniş olarak ifade etmek gerekirse toplumun önünde yürüyen şahsiyetlerimiz nicedir bir jenosidin konusu oluyorlar. Bir taraftan onlar aleyhine kampanyalar açılıyor, diğer taraftan hayat sahaları kurutuluyor ve bir yüzyıl içinde nesiller bir zamanlar büyük unvanını hak eden şahsiyetlerin, bir müddet sonra bu sıfatın tersine lâyık görüldüklerini öğreniyorlar. İyi kötü, güzel çirkin oluyor. “Üniversite reformu” adı altında, yetişmiş değerler saf dışı ediliyor. Mektebimiz tamamıyla yok ediliyor, kendi okulumuzu kuracağımız iddiasıyla bu yapılıyor. Kütüphanelerimiz iptal ediliyor. Harf devrimi, bütün yazılı kültür birikimimizi kapsam dışı bırakıyor. 1933’de Üniversite reformu ile ilgili rapor yazan yabancı bilim adamları, Türkiye’de yüksek tahsil yapan talebelerin okuyabileceği yeterince Türkçe kaynak bulunmadığından bilhassa söz ediyorlar. Harf inkılabı yapılalı 4 yıl olmuştur ve bütün Türkiye’de Latin harfleriyle yayınlanmış kitapların sayısı birkaç bini geçmemektedir.
Ya mabedimizin başına gelenler? Birçok vakıf eseri cami ve mescid tahrip oluyor veya satılıyor. 1950’lere kadar Türkiye’de cami yapmak fiilen yasaklanıyor.
İlk yapılan yeni cami İstanbul Şişli Camii’dir. 1950’den sonra halk kendi mabedini kendi yapmaya başladı, on binlerce cami yaptı. Fakat bu sefer de camiler sosyal kültürel fonksiyonlarından tamamen soyuldular, sadece belli vakitlerde namaz kılınan yerler haline getirildiler.
Diyeceksiniz ki, “iyi ki bizim kulüplerimiz yoktu, onlar böylece soykırımdan etkilenmediler.” Kavramları yerli yerine koyalım. Bizim kulüplerimiz, fikir ve sanat ortamlarımız tekkelerimizdi, dergâhlarımızdı. Türkiye’de sanat ve fikir namına geçmişte ne üretilmişse mutlaka bu “klüp”lerden geçmiştir. Tekkeler kapatılmakla bizim fikir ve sanat hayatımıza ağır bir darbe vuruldu.
***
Türkiye’de en milli yaklaşıldığı görüntüsü uyandırılan saha dildir. Kültürün taşıyıcısı olan dil gerçekte en fazla soykırıma uğratılan alanlardan biri oldu. Dilimizin binlerce yıl içinde kazandığı kelime kadrosu tırpanlandı. Tam bir kelime katliamı ile karşılaştık. Kelimeler tasfiye edilirken, bin yıl içinde kendiliğinden oluşmuş geniş imkânlı dilimizin yerine, kısa zamanda devlet talimatıyla daha muazzam bir Türkçe vaad edildi. Şimdi dil devriminin üzerinden seksen küsur yıl geçti. Türkçe Cumhuriyetin devraldığı zamanki gücünü yitirdi. Kelime kadrosu küçüldü, ifade imkânları daraldı. Yabancı kelimelerden kurtarılacağı iddia edilen dilimiz günlük hayattan başlayarak bütün sahalarda yabancı dillerin istilasına maruz bırakıldı.
Bu soykırımda kafa kesmek yok, kafanın içini boşaltmak veya kendi doğrultusunda değiştirmek var.
Jenosidden arta kalan unsurlarla ne yapılabilirse onu yapmaya çalışan divane takımından başka bunları derd eden de kalmadı!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.