Keşke her ülkenin böyle bir başbakanı olsa
Yeni Zelanda’daki beyaz ırkçı teröristin 50 Müslüman’ı şehit etmesi insanlığın yüreğinde büyük acılara yol açtı. Ancak bu vesileyle bir kez daha gördük ki, dünyamızı faşizm belasından kurtarabilmek için öncelikle, ırkları, dinleri, meşrepleri farklı olan insanları birbirine düşman eden popülist liderlerin durdurulması şarttır.
Yeni dünya sahnesinde var olmaya devam eden popülist ve ırkçı liderler, dünyamızın nasıl bir faşizm tehlikesiyle karşı karşıya olduğunun en önemli göstergesidir.
İşte Amerika’da Trump, Macaristan’da Orban, Brezilya’da Jair Bolsonaro, Filipinler Devlet Başkanı Duterte ve benzeri liderler popülizmin yükselen yıldızları...
Avrupa Birliği’nin mülteci kabul planına şiddetle karşı çıkan Macaristan Başbakanı Orban, “Eğer ben bu plana onay verirsem, beni Budapeşte’de cadde aydınlatma direğine assınlar” diyebilecek kadar azılı bir ırkçı. Kısacası İslam düşmanı, modern Avrupa değerlerini yerle yeksan eden bir siyasi tipoloji... Aynı şekilde Trump da göçmen ve Müslüman karşıtı bir popülist lider. Öyle ki katliam vesilesiyle Yeni Zelanda Başbakanına gönderdiği mesajda 50 Müslümanı katleden caniye terörist diyemeyecek kadar ırkçı ve terörist hamisi...
Ancak ırkçı liderlerin dünyaya yaşattığı korkulu rüyaya rağmen, Yeni Zelanda’nın başbakanı Jacinda Ardern müthiş bir medeniyet örneği ortaya koyuyor. Terörizme ve faşizme asla taviz vermeyen Ardern diyor ki: “Bu terör eylemiyle birçok şeyin peşindeydi, bir tanesi de kötü şöhretti. Bu yüzden onun adını zikrettiğimi asla duymayacaksınız. O bir terörist. Bir suçlu. Aşırılıkçı. Hakkında konuştuğumda isimsiz olacak.”
Popülist azgınlığın dünyayı yaşanmaz hale getirdiği bir dönemde, hepimizin duymak istediği yürekli bir ses... Keşke bütün dünya ülkelerinin böyle bir başbakanı olsa...
Aslında Yeni Zelanda’da yaşanan bu katliam, dünyamızın geleceği açısından ders çıkarmamız gereken acı bir tecrübe. Katliam sonrasında yaşananları dikkatle incelediğimizde, farklı kesimlerin birbirlerini nasıl kucakladığını, acılarını nasıl paylaştıklarını görüyoruz. Bütün dinlerin, ırkların, dillerin birlikte barış içinde yaşayabilmeleri konusunda bundan daha güzel bir örnek olabilir mi?
Hafızalarımızı tazelediğimizde Avrupa’nın geçmişinde yaşanan kanlı tecrübelerin ne tür yıkımlara ve acılara yol açtığını görürüz. Evet Avrupa buradan bir ders çıkarmış, insan hakları ve birlikte yaşama konusunda yeni bir başlangıç yapmıştır. Ancak talihsizlik o ki, Avrupa’da ve bütün dünyada sanki geçmişte o acılar hiç yaşanmamış gibi yeni bir faşizm dalgası korkulu bir rüya haline dönüşmüş bulunuyor.
Yeni Zelanda’da yaşanan büyük acı, bizim açımızdan da örnek olabilecek bir özellik taşıyor. Maalesef katliam sonrasında Türkiye’de yükselen ‘ötekileştirkici’ dil endişe vericidir. Hemen ‘Haçlı ittifakı’ söylemlerine yaslanarak yeni komplo teorileri üretmeye ve “Yeni Haçlıları kanlarında boğarız” benzeri bir hamaset diliyle dünyaya meydan okumaya başlıyoruz.
Hemen hatırlatalım, şu anda Avrupa’daki ve Amerika’daki ırkçı söylem de aynı ayrıştırıcı dille ülkelerini Müslümanlardan ve göçmenlerden temizleme çığlıkları atıyorlar. Unutmayalım ki Müslüman coğrafyalarda yetişen IŞİD benzeri terör örgütleri de İslam’ı kullanarak kafa kesiyorlar ve insanlık düşmanı bir iklim oluşturmaya çalışıyorlar. İster Batı toplumlarından, isterse İslam dünyasından çıksın bütün terör unsurlarının tek hedefi insanlığın huzurunu ve barışını dinamitlemektir.
Şundan emin olalım ki, Batı’da yükselişe geçen ırkçı ve faşist dalga insanlığın geleceği açısından ne kadar tehlikeliyse, bizim topraklarımızda yükselecek ırkçı ve ayrımcı dalga da o kadar tehlikeli olacaktır. Unutmayalım, popülist bir dille asla kardeşliği tesis edemeyiz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.