Mustafa Çağrıcı

Mustafa Çağrıcı

Aynayı kendimize tutmak

Aynayı kendimize tutmak

Bugün için ezcümle “Batının seküler ahlakı felsefi olarak pragmatist ve sonuç itibariyle sömürüyü meşrulaştıran bir ahlaktır” diyen bir yazı tasarlamıştım ki, Yeni Zelanda’da o korkunç saldırı meydana geldi. Olayı bir Haçlı-Hilal çatışması gibi gösterme yönünde yazanlar olunca ben de öyle bir görüntü vermek istemedim. Böyle durumda bana düşen, başlığın altını dolduran bir yazı yazmaktı.

***

Yeni Zelanda 4.900.000 nüfuslu, her yönden gelişmiş bir ülke. 2013 yılında George Washington Üniversitesi’nden iki prof.ün yürüttüğü araştırmaya göre, “İslâmî değerler bütününü en iyi uygulayan” üç ülke sırasıyla Yeni Zelanda, Lüksemburg ve İrlanda’dır. Burada İslâm karşıtlığı da hayli zayıfmış.

Olay karşısında gerek bu ülke Başbakanı gerekse diğer ülkelerin liderleri etkileyici mesajlar verdiler. Elbette hepsi samimiydi. Böylesine masum kurbanlara kim üzülmez! Böyle bir durumda “Haçlı terörü, Hıristiyan terörü, Batı’nın İslâm’a ve Müslümana bitmeyen düşmanlığı” benzeri laflar etmeyi, hatta Batılıların gösterdiği tepkinin seviyesini sorgulamayı bile doğru ve yapıcı bir tutum saymam.

İslamofobi, özellikle son yirmi otuz yıldan beri gittikçe yayılan şizofrenik bir ideolojidir. Umarız daha fazla güç devşirmeden dünya buna bir çare bulur. Ama Müslüman insanın, sonuçta kendisinin merkezde olduğu bu sorunu çözme işini sadece Batı’dan beklemesi, bu hususta kendini sorumsuz sayması vahim bir durumdur. Faciayı dünyanın bütün ilgili kişileri ve kurumlarının tek ses halinde telin ettiklerini gördük. Pekiyi Müslümanlar kendi dünyalarındaki benzer katliamlara karşı da tek yürek, tek ses olabiliyorlar mı? Müslümanın kanı dışarıda akıtılınca önemli de ülkelerinde önemsiz mi?

Değerli İbrahim Kalın, “Charlie Hebdo için yürüyenler, Yeni Zelanda’da katledilen Müslümanlar için de yürüyecek mi?” şeklinde garip bir cümle sarf etmiş. Bir insanın kendi ölüsüne ağlarken, diğerleri ne kadar ağlıyor diye onları gözetlemesi gibi; kendi üzüntüsünü de sorgulatabilecek tuhaf bir tutum.

Tabii ki, bu olayın arkasındaki psikolojiyi oluşturan İslamofobi dünya için tehlikelidir ve Batı ülkelerinin bu konuda ciddi eksikleri var. Bu da her zaman dile getiriliyor. Ama biz Müslümanlar, liderler, aydınlar, topluluklar… neden aynayı kendimize tutmuyoruz? Adamlar çıkıp da “Kardeşim, böyle vahşi cinayetler sizin ülkelerinizde neredeyse her gün oluyor. Bizim Charlie Hebdo’da yaptığımızı bir de siz düzenleyin, biz de katılalım” deseler, cevabımız var mı?

Bir de şu var: İslamofobinin alan genişletmesinde Müslüman dünyadan kaynaklanan hiç mi sebep yok? İslâm toplumlarında yönetimlerin, aydınların, üniversitelerin, hele de şu her durumdan vazife çıkarıp uçan kuşa bile karışan ulemanın, ülkelerinin gerilemesinde, milyonlarca Müslümanın Batı’nın sınırlarında sürünmesinde hiç mi sorumlulukları yok? O söylediğimiz “Müslüman” kurumlar ve kişiler, İslamofobicilerin kullandıkları olumsuzlukları gidermek için ne yaptılar?

***

Kim ne derse desin, ben şunu derim: İslâm dünyasında kitleler, birinin ağzına bakarak davranmaya kodlanmış. Böyle bir geleneğimiz, kula kul eden kültürümüz, eğitimimiz var. İslam toplumlarına bakarsanız, “Biraz kendiniz olun; el alemin aklına uyacağınıza kendi aklınızı geliştirip ona uyun” diyenlerin başına olmadık şeyler geldiğini görürsünüz. Buna karşılık “Kurtuluş arıyorsanız düşün peşime!” diyenler omuzlarda taşınır. Realite bu… O zaman toplumu dönüştürebilecek konumda bulunanlar -ulema mı, siyasetçi mi, her kimlerse- şu kurtarıcılıklarını bir kez olsun göstersinler de ümmeti el kapılarında ekmek ve can güvenliği aramaktan kurtarmak için bir şeyler yapsınlar. Bahsettiğim itibarlı çevreler ümmetin istikbalini nefislerinin hesaplarından daha önemli görürlerse bunu başarırlar. Mesela F. Gülen, sonu darbeye varan karanlık işler çevirmeseydi kullarına böyle işler yaptıramaz mıydı?

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mustafa Çağrıcı Arşivi