‘Atatürkiye’nin radikal lideri’
Mesih, Melekut saltanatından bahsediyor. Buna mukabil, Mustafa Kemal’in hayatını kaleme alan, hayatını inceleyen ve onun misyonunun özüne varan Erol Mütercimler ile Can Dündar ikilisi zaman zaman birbirlerine muhalif görüşler serdetseler de nihayetinde misyonunu iki kelimede özetliyorlar: Gök iktidarını yere indirdi. Veya semavî iktidarı arzîleştirdi. Bu tesbite kızanlar ise Can Dündar’ı şöyle suçluyorlar: Mustafa Kemal’i efsanelerden arındırmak adına onu mualla mevkiinden indirdi ve zaaflarla malul bir fani ve beşer suretinde gösterdi. Buna hakkı yok...
Son sıralarda Mustafa belgeseliyle ilgi tartışmaların odağında bu farklı bakış açılarının çatışması var. Mustafa’nın bazı yönlerinin gizli kapaklı kalmasını isteyenler sansürden medet umuyorlar ve yer yer Can Dündar’ın, sansürlenmiş hayatını deşifre ettiğinden dem vurarak ona kızıyorlar. Halbuki Can Dündar da sansürlenmiş alana kendisinin de fazla dalmadığını itiraf ediyor. M. Kemal’in misyon adamlığının ilelebet yaşaması için bazı şahsî ve özel hayatına müteallik yönlerinin deşilmemesini ve açılmamasını istiyorlar. Bu yönlerinin saygıyı zedelemeyecek şekilde gizli kapaklı kalmasından yanalar.
İlginçtir, Can Dündar, Mustafa Kemal’i Radikal gazetesinin ilk çıktığındaki reklâm imgesinden hatırladığımız bir şekilde ‘radikal’ bir lider olarak tanımlıyor. Onun radikalliği ise dine karşı duruşunda ortaya çıkıyor. Erol Mütercimler asıl gayesinin gök iktidarını yere indirmek olduğunu söylemesine rağmen yine de Mustafa Kemal’i ‘din aleyhtarı’ göstermemekten dolayı paylıyor. Kaziyesini ispat sadedinde İnönü’ye Uhud Savaşı’nın bir deha ürünü olduğunu söylediğini aktarıyor. Toktamış Ateş de aynı şekilde Mustafa Kemal’i dindar biri olarak tasvir ediyor.
Denilebilir ki, 28 Şubat süreci sonrasında en fazla Kemalistleşen kitle dindar kitle olmuştur. Geçmişte bu gibi meseleleri dindarlar kurcalardı. Şimdi ise bu meselede en fazla duran ziyadesiyle onlar. Daha ziyade liberaller bu meseleyi kurcalıyor veya mıncıklıyorlar. Aksine, son yıllarda İslâmî kesimlerin neşrettiği eserlerde Mustafa Kemal portresi gayet olumlu ve dindar bir surette resmediliyor. Buna dair birçok delil var.
***
Can Dündar gibi zülfiyare dokunanlar veya dine mesafeli olduğunu savunanlar sansürleniyor. Yazdıkları kitapları da bastıramıyorlar. Bu bağlamda, yeni İslâmcı yazarların yazılarında olumsuz portre olarak öne çıkan isimler ya İsmet İnönü ya da Enver Paşa. Stalin-Lenin münasebetinde olduğu gibi, kimi dine karşı icraatlardan dolayı münhasıran İsmet İnönü paylanıyor. Birkaç ay önce Osman Zeki Soyyiğit ile bir kitap çarşısının çıkışında karşılaştık. Tirmizî gibi hadis koleksiyon ve mecmualarını dilimize kazandırmış ve bihakkın Arapça’ya vâkıf bir zat. Mustafa Kemal’in dine bakışıyla alâkalı olarak bir kitap telif ettiğini ama kimsenin basmaya yanaşmadığından söz etti. Neden böyle bir kitap yazdığını da başından geçen bir olayla aktardı. Yedek subay olarak orduda görev yaparken bölük komutanı kendisinden Mustafa Kemal’in dine bakışıyla alâkalı bir çalışma yapmasını ister ve bunun bir etkinlikte okunacağını söyler. Osman Zeki Soyyiğit gayet hamasî bir çalışma hazırlar. Komutan ilmî olmamış diye buna kızar. Bunun üzerine Osman Zeki Bey elinde yeterli materyal ve kaynak olmadığından yakınır. Ve bu hususta hem kaynak, hem de süre verilmesini ister. Komutan çok sınırlı da olsa Osman Zeki Bey’e süre verir. O da gider ordu evi ve benzeri mekânlarda kütüphanelere başvurur ve adeta kendini kütüphaneye kapatır. Eline Afet İnan’ın bazı kitapları geçer. Burada Mustafa Kemal kendi el yazısıyla dinî düşüncelerini ve kanaatlerini açığa vurmaktadır. Bunlar üzerinde derinleştikçe işin rengi değişir. Mustafa Kemal’in dine bakış açısının müsbet değil menfî yönde olduğuna kanaat getirir. Bu defa araştırması bu yönde ilerler. Ve çalışmasını tamamladığında komutanına gelir ve çalışmasını takdim eder. Komutan çalışmayı alıp okuyunca adeta başından kaynar sular boşalır. Bu defa da çalışmanın daha ilmî olduğunu teslim eder ama ideolojik olarak karşı çıkar. Der ki: “Bizim tanıdığımız Mustafa Kemal bu değil. Bir yanlışlık olmalı…” Osman Zeki Hoca da kendisinin kaynakların bir yalancısı olduğunu söyler ve kaynakları takdim eder. Bunun üzerine komutan ikinci çalışmadan vazgeçer ve biraz daha derli toplu olmak kaydıyla birincisini yeniden düzenleyip getirmesini söyler. Bu yaşanmış bir hikâyedir. Ve yaşlılık döneminde de askerlikte yaptığı çalışmayı gözden geçiren Osman Zeki Soyyiğit çalışmasını ikmal ederek kitap hacmine ve boyutuna getirir. Lâkin karşısına olumlu cevap veren bir yayıncı çıkmaz. Bu arada, Mustafa Kemal’in dine müsbet bakışıyla alâkalı onlarca kitap basılır ve yadırganmazken Can Dündar ve Osman Zeki gibilerin çalışmaları tepki toplar. Mustafa’nın karşısına çeşitli alternatiflerle çıkarlar. Bunlardan bazıları ‘Atatürkiye’ gibi temsiller veya müzikler olur. Ve gerçekten de son yıllarda Türk bayraklarına Mustafa Kemal gömmesi de ‘Atatürkiye’ imajını tamamlar niteliktedir. Hadi Uluengin de bundan biperva şekva etmektedir: “EVET, henüz bir “Mustafa” filmini dahi kaldıramayacak ölçüde “kemale ermemiş” olan ve üstelik, dehşet bir totaliter ruhla “çocuklarınızı sinemaya göndermeyin” çağrısı bile yapabilen bu hazin ve pejmürde zevât her şeyden önce, yukarıdaki “ilâh”ı, “put”u, “totem”i yaratmakla, “aydınlama düşüncesi”nin en can alıcı noktasına en baştan tecavüz ediyor. Zira “aydınlanma” en önce, düşüncenin laikleşmesi; yani “lâ-dinileşmesi” demektir! “Mukaddes”in sorgulanması ve “ilâhî”nin dünyevileşmesiyle başlar. Bu, a-be-ce-dir! Oysa, dogmaları, tabuları, ibadetleri; artı, “gülmeye vakit bulamayan” (!) heykelleri yahut “gökte oluşan bulut sergileri”yle bir “seküler din” üreten “Kemalistler” aslında “aydınlanma”nın değil, aksine, onun öncesinin zihin şemasından medet umuyorlar. “Dünyevi”yi “semâvi” kılarak, tabir caizse, bir “laik kilise” teokrasisi dayatıyorlar. Ve de tabiî, bütün kiliseler gibi, “aydınlanma düşüncesi”ni ve Kemal Atatürk’ü baş tâcı etmelerine rağmen yukarıdaki “dinîliği” asla kabullenmeyen hür fikirli insanları, kara Katolik Vatikan’a taş çıkartacak biçimde “sapkın” (!) ilân ediyorlar. Aforoza yelteniyorlar…”
McChartist ve Jakoben anlayışın son kalıntıları veya statüko zaptiyeleri Yağmur Atsız gibileri geçmişte bu veya benzeri nitelikli yazılarından dolayı yargılıyorlar. Atatürk sansürlendi mi? Can Dündar’a ve Hasan Celal Güzel’e göre evet. Mustafa Kemal’in hazırlatmış olduğu Medeni Bilgiler kitabının başına da bu cinsten sansür olayları gelmiştir. Hasan Celal Güzel de 12 Eylül rejimi ve Evren Paşa’nın Mustafa Kemal’i sansürlediğini söylüyor. Yağmur Atsız’ın yazısı da bunları doğruluyor. Her devirde Mustafa Kemal yeniden tanımlanmış. Hasan Celal Güzel Evren’in tepkisini çeken yazısında kendisiyle gerçekleştirdiğini ileri sürdüğü diyalogla alâkalı şunları kaydediyor: “Evren, ‘Bunlar açıklanırsa Atatürk düşmanları bu belgeleri onun aleyhinde kullanırlar diye endişeliyim” dedi. Ben, Atatürk’ün İzmir’de içki içtiği lokantada perdeleri açtırmasını örnek göstererek, açıklığın daima daha iyi olduğunu eğer bu arşivler açıklanırsa bilâkis bazı mahfillerin aleyhteki dedikodularının azalacağını söyledim. Ayrıca, eğer bu belgelerin açıklanması istenmezse 2038 yılına kadar, yani vefatının 100 yıl sonrasına kadar gizlenebileceğini anlattım…” Bu örnekte en dikkat çekici özellik Can Dündar ve Mütercimler’i doğrulayan bir biçimde semâvî iktidarı arzîleştirme teşebbüsüdür. Bu bağlamda, tam da şeair-i İslâmiye’nin izharına muhalif hatta indisarını yani silikleşmesini ve yok olmasını esas alan bir yaklaşımın ürünlerini görüyoruz. Ezan ve sair şeair üzerinde yapılan tasarruflar ve reformlar da bunu teyit etmektedir. Altemur Kılıç gibi Kemalistler ‘Mustafa’ filmine insanî tarafından ziyade ‘zaaflarını sergilemeye çalışmış’ diye kızıyorlar. Efsaneden insana dönüşmesine karşı çıkıyorlar. Bu da iki Kemalist bakış açısını karşı karşıya getiriyor. Birisi modernist ve tutucu, korumacı-kollamacı diğeri ise post modernist tabuların yıkılması gerektiğine inanıyor ve asıl yeniliğin bu olduğunu düşünüyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.