Size de düşen bir görev yok mu Ertuğ Bey?
Ertuğrul özkök, evet, hakkında çok ağır yazılar yazdım, ‘fikri müsademe’ çerçevesinde söylenebilecek her şeyi söyledim, pek çok zaman da ‘yumuşak karnına’ dokundum ama, hakkını teslim etmeliyim...
Kibar adamdır...
Naziktir.
Daha da önemlisi, olgundur.
Bugüne kadar, hiçbir yazımı sorun yapmadı. Yapabilirdi. Takılmalarımı ve (amiyane benzetmesiyle) laf sokmalarımı sineye çekti.
Birçok konuda farklı düşünüyoruz.
Olabilir...
Sonuçta, dünyaya farklı pencerelerden bakıyoruz.
O, hangi bakışı temellük ettiyse, Türkiye’yi ‘Cihangir stepleri’nden ibaret zannediyor. Ben, içinde farklı renkler barındıran kocaman bir ‘kara parçası’ olarak görüyorum.
Fakat, bir konuda anlaşıyoruz.
Medyaya musallat olmuş bir ‘anlayış’la mücadele konusunda...
çünkü, ikimiz de, bu anlayışın ürünü olan bir alışkanlıktan, ‘küfür ve hakaret geleneği’nden şekvacıyız.
Bu konuda birkaç kez dertleşmiştik...
Hatta, mahut alışkanlığı eleştiren güzel bir yazısını da hatırlıyorum: ‘Hakaret bizim aydın ve yazarlarımıza, eski kuşaklardan kalmış ‘şerefsiz bir miras’ tır. Bu geleneğin mirasyedileri halen aramızda bir külhanbeyi gibi dolaşmakta ve gelene geçene omuz atmaya devam etmektedir. / Bizim mahallemiz ne yazık ki, bu ağzı pis külhanbeylerinin istilası altındadır. Bildikleri tek dil küfür ve hakarettir. Bütün zihni melekelerini, küfür vokabülerini zenginleştirecek yeni kurumlar icat etmeye harcarlar. Bu üslubu bir zeka kıvraklığı ve edebi tarz olarak yutturmaya çalışırlar. Ne yazık ki bazı insanlara da yuttururlar’ diyordu.
Ki, çok haklıydı.
Dünkü yazısında da, isim vermeden, ‘ekmeğini hakaretten, insanları aşağılamaktan çıkaran bir arkadaş’tan söz ediyordu. O arkadaşın, Güldal Mumcu hakkındaki bazı ifadelerini eleştiriyordu.
Böyle yazarlarla epey mücadele etmiş...
Ne yazık ki başarılı olamamış...
Hatta ‘hakaret yazısı okumayı’ seven insanların sayısının öyle hiç de az olmadığını görmüş...
Her sadistin bir mazosu vardır deyip geçmiş...
Sonunda da havlu atmış...
İsmini vermediği arkadaş, kardeş gazete Radikal’in yazarı Perihan Mağden.
Mağden’in hırçın bir üslubu var.
Doğru.
Bazen, hiç de gerekmediği halde, ağzını bozuyor ve bence çok ayıp ediyor.
İyi de, bu gelenek (küfür ve hakaret geleneği), sadece Perihan Mağden ve Hasan Karakaya gibilere musallat olmuş bir hastalık mı ki?
Ertuğrul özkök, ‘entelektüel’ kontenjanından Hürriyet gazetesine konuşlandırılmış, ‘korkulu rüya olacağım’ derken, (Engin Ardıç’ın ifadesiyle) dincilerin ve ikinci cumhuriyetçilerin şamar oğlanına dönen arkadaşın yazdıklarını neden görmüyor?
üstelik, Mağden ve Karakaya’ya söz geçirebilecek konumda değil, ama yönetici kimliğini kullanarak ‘entelektüel’ arkadaşı dizginleyebilir.
Bunu yapmıyor.
Sadece sızlanıyor.
Mağden’in yazısında (örtük laf giydirmeler dışında) doğrudan ‘tahkir’ sayılabilecek bir ifadeye rastlamadım ama, entelektüel arkadaşın sadece bir yazısında (bir tek yazısında) kullandığı küfür ve tahkir sözcükleri şunlar: ‘Leş kargası’, ‘sırtlan’, ‘kapıkulu’, ‘mide bulandırıcı güruh’, ‘sürüngen...’
Madem bu şerefsiz mirası reddediyoruz, işe kapımızın önünü temizlemekle başlayabiliriz.
Ne dersiniz Ertuğ Bey?
Entelektüel kontenjanından gazeteye soktuğunuz arkadaş, ‘Hadi her şeyi eleştiriyorsun... Bari bunu edep ve nezaket dairesi içinde yap!’ uyarısını hak etmiyor mu?
Hiç değilse bu kadarcığını hak etmiyor mu?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.