'Sed Yâsîn ü Tebârek' faydasızdır
Başlıkta geçen “Yâsîn ü Tebârek” kelimelerini herhâlde anlıyorsunuz. Kur'ân-ı Kerîm’in “Yâsîn” ve “Mülk” sûreleri demektir. “Sed” kelimesi ise, Farsça “yüz” sayısını ifâde eden ve Kürdlerin biraz incelterek okuduğu “sad” kelimesidir. O zamân, “yüz tâne Yâsin ve Tebâreke” nasıl “faydasız” olur?
Hâlbuki, İlâhî kelâmın her bir harfini bile okumak faydalıdır. Her okuyuş için her bir harfine on sevâb verildiği gibi, yüzüne bakmak bile ibâdet sayılmaktadır. Kişi anlamadan bile okusa bu böyledir. Ama, “insanlar” okursa veyâ “insanlara” okunursa…
Başlıktaki sözün esprisini anlamak için ise önce Muşlu Molla Muhammed özkan dostumuzu dinlemek lâzım. Bir sohbet esnâsında Kürdce şu şiiri okumuştu:
“Sed Yâsîn ü Tebârek / Buhîne liber-ser-i devârek / Liesernâke bicârek!”
Tercümesi de şöyle oluyormuş. “Davarların üstüne yüz kere Yâsîn ve Tebâreke okusan, onlara te'sîr etmez, okuman faydasızdır!”
Bizim muhâtabımız davarlarla sığırlar olmadığı için, muhabbetimiz de insanlara göre olacaktır. Ma'lûmdur ki, Cenâb-ı Hak mukaddes kelâmında inanmayanlar için “ülâike ke’l-en’âm, bel hüm edall” buyuruyor. Ya'nî, o tip âdemoğulları ne kadar maddeten insana benzeseler, ne kadar insanlara mahsûs kisvelere bürünseler, ne kadar da sözde Müslümanların iltifâtına mazhar olsalar; Allah katındaki sıfatları yine de “hayvan”dan aşağı olmaktan ileri gidemiyor. Kur'ân’ın bir harfini bile değiştirmeye gücümüz olmadığına göre, bu gerçeği de değiştirmeye gücümüz yoktur.
Bu sıfatlandırmadan anlaşılıyor ki, İlâhî nazarda “insan” sayılabilmek için, “îmân” şartı vardır. çalı-diken yırtmasıyla, çoban-çoluk dürtmesiyle de olsa bu sıfatı kaybedenlere Allah “insan” demediği gibi, sığır-davar gibi “ehlî hayvan” vasfını da lâyık görmüyor. Onlar için kullanılan “edall” (en sapık, hak dînden tam ayrılmış olan, en çok dalâlette olan- Yeni Lûgat, s.117) kelimesi, kendilerine verilen “akıl” gibi bir güzel ni'meti doğru kullanmamanın netîcesi olsa gerek. çünkü, akl-ı müstakím odur ki, “Nereden gelmiş, nereye gidiyor, niçin durmuyor, vazîfesi nedir?” gibi hikmetli sorulara cevâb arar ve bulmaya çalışır. Dolayısıyla da “îmân” ni'metine ulaşır, ancak o zamân Kur'ân nazarında “insan” olur.
öyle bir insana o İlâhî kelâmdan ne okusan faydalıdır, te'sîr eder. Muhâtabın insan değilse, sığır-davar gibi mübârek hayvanlardan da olsa, Yâsîn ve Tebâreke okuma zahmetine katlanma; zîrâ onlar anlamazlar. Hayvan Kur'ân’dan ne anlasın? Hayvan takımının “ehlî” olanı bir şey anlamazsa, “vahşî” olanı ne anlayacak? Kur'ân ise inançsıza öyle diyor.
Müşerref olduğu îmân balından başkalarına da taddırmak emeliyle hareket eden insanlar, dış görünüşüyle insan olduğunu sandıkları varlıklara Yâsîn ü Tebâreke okumaya başlıyorlar. Muhâtabları ise öküzün kaval dinlemesi gibi kulak veriyor. Böyle bir tablodan neyi anlamak lâzım? Eğer sen “anlatma” ilmine riâyet etmiş isen, buna rağmen karşındaki varlıkta hayât emâresi gözükmüyorsa; insan elbisesi giymiş başka bir mahlûkla karşı karşıyasın demektir. Mübârek nefesini fazla zorlama, işine bak. Tecrübeli insanlar, “Liesernâke bicârek!” sözünü boşuna mı söylemişler?
Eğer o mahlûkta “akıl” kuşu uçmamış olsaydı, İlâhî kelâmın kulağından gönlüne akamamasındaki sırrı kavrayacaktı. Ya'nî, kendisinde “îmân” eseri olmadığının farkına varacaktı. Lâkin, “ser-i devârek” varsa, keyfini niçin bozsun da düşünsün ki?
Dehşetli âhirzamân devrinde i'tikád imâmı olan Bedîüzzamân Hazretleri, bu asrın “îmânsızlık asrı” olduğunu beyân ettiğine göre, Kur'ân mecnûnlarının Leyla bulması kolay değildir. Binâenaleyh, “Yâsîn, ve’l-Kur’âni’l-hakîm” dediğin anda karşı cânibden derin bir “Möööö!” sesi geliyorsa, bırak zavallının beynini de, bir an önce bir balya saman tedârikine bak! Daha kötüsü, bir yılan, bir akrep, bir domuz, bir köpek insiyâkı da mukábele edebilir.
Elbette hayvanların dahi anladığı bir dil vardır, ama o dilin ta'lîmini bilirsen...