Mustafa Özcan

Mustafa Özcan

Gece oduncuları ile yeni blogcular

Gece oduncuları ile yeni blogcular

Vaktiyle İmam Şafii, asırlara yansıyacak ve asırlarca yankılanacak bir kelam etmiş. Kelam-ı kibar, kibar-ı kelam olurmuş hesabı. Nitekim öyle de olmuş. ‘Tarih-i Taberi, al ondan haberi’ tekerlemesine muhatap olan tarihçi ve müfessir Taberi’nin tarih ve tefsirinde mevsuk olmayan bir çok rivayet vardır. Zaman zaman mitolojik rivayetleri hatırlatan bu rivayetlerin işlenmesinin temel nedeni nazar ve dikkatlerden bir şeyin kaçmamasıdır. Asar-ı bakiyenin diğer asırlara devri kaygısıdır. Rivayetler doğru olmasa bile, bunların zapta geçirilmesi o asrın telakki ve düşüncelerini kayda geçirmekten başka bir şey değil. Öyle olmasaydı bugün antrapoloji gibi birçok ilim dalı için gerekli veriler olmaz ve bu branşlar öksüz ve yetim kalırdı. Rivayetleri tetkik etmek; sakimini sahihinden ayırmak elbette ki başta ravilerin ve sonra kayda geçiren müelliflerin işidir. Bununla birlikte, ayıklama ve gözden geçirme ameliyesi tek asra münhasır değildir; skala biçiminde bütün asırların görevidir. Burada zapta ve kayda geçirmek ile sağlamını çürüğünden ayırmak birbirinin alternatifi değil, aksine tamamlama ameliyesi ve sürecidir. Bununla birlikte, İmam Şafii mühim bir hususa temas etmiş ve gece oduncusu tabirini türetmiş. Hatib-i leyl (gece oduncusu) ifadesi, teseppüt etmeden önüne gelen rivayeti dekine ve dağarcığına dolduran kişiden kinayedir. Onun hiciv edilmesidir. Gece oduncusu olmanın mahzurlarından birisi, heybesine veya dekine varı yoğu doldururken, bazen yılan ve çıyanları da almasıdır. Günümüzde gece oduncularının yerini sansasyon meraklısı gazeteler ve onların ardından gelen blogcular almıştır. Şöyle dersek yanlış olmaz sanırım: Günümüzün blogcuları İmam Şafii döneminin gece oduncularının gerçek varisleridir.

Bu blogcular ve selefleri olan gazeteler her söylentinin arkasına takılıyorlar ve reyting kaygısıyla da bunları devşiriyor ve okurlarıyla paylaşıyorlar. Kur’an bunu bazı şairler için söyler: Elem tere ennehum fi külli vadin yehimun: Görmüyor musun, onlar her vadide koştururlar ve (her asılsız sözün peşine düşerler) her sahada hayal peşine dalarlar (26/225). Bunun sonucu muazzam bir bilgi kirlenmesi yaşanıyor. Son örneği haham ve ne idüğü belirsiz gazeteci ve istihbaratçı Tuncay Güney. İsminden ve cisminden başka her şeyi sahte veya kurgu. Bizim tarafta da bazılarını iğfal ağına düşürmüştü.
Onlar ‘Hahamım’ sözünün peşine takılarak ve söylediğini doğru kabul ederek geçmişte ‘İslâmcı’ kimliğiyle bizi nasıl aldattığını ve iğfal ettiğini anlattılar. Anlatırken de zincirleme iğfal oldular. Halbuki unuttukları bir şey vardı: geçmişi nasıl sahte ise bugünü de kurmaca ve sahteydi. Ve böyle mit’ler Bab-ı Ali’den yığınla geçti. Bunlardan birisi 1986’da kısa dönemli, galiba zamanın Güneş gazetesine çalışan Lian Mit isimli Sivaslı bir bayan Tuncay Güney örneğiydi. O da Güney gibi Museviliğe özenmişti. Bereket erken deşifre oldu da Yankı dergisi gibi dergiler ardından ‘Bab-ı Ali’den bir mit geçti’ diye şarlatanlığını kayda geçtiler. Bir başkası sahte profesör olarak yakalanan Ve Arz’dan Arş’a Miraç ve benzeri kitapların yazarı Hans von Aiberg’den başkası değil. Adam sadece Müslüman olmamış, aynı zamanda nasıl oluyorsa Danimarkalı geçmişinden Türklüğe de geçmişti. Elbette bu mecazen kabul edilebilirse de böyle bir sahiplenme sahibinin karakterini de az çok ele verir. Güney’in ipiyle kuyuya inenler gafil avlandılar ve avcı kekliği gibi onunla ava giden avcılar kendi kapanlarına kısıldı.

Elbette Güney, hepsinden büyük. Bir fenomen. Sadece bazı çevrelere hulul etmekle kalmamış; anlı şanlı paşaları ve külyutmaz hafiyeleri de sıraya dizmiş. Makaraya sarmış. İğfal etmiş. Velhasıl çok yönlü bir kontra terör elemanı iken ve bu bağlamda İran masasında çalışırken 28 Şubat sürecinde Türkiye’de ‘istenmeyen adam’ ilan edilerek sınır dışı edilen Muhsin Karger’le de ahbap olmuşlar. Tabii tek yönlü çalışmadığından, bir taraftan kontra terör elamanı olarak çalışırken, diğer taraftan da örgütler arası çekişme ve rekabette koçbaşı olmuş ve Mehmet Eymür’ün deyimiyle öteki tarafa veya taraflara zoka olarak yutturulmuş. Demek ki sadece bir kesimi iğfal etmemiş. Şu an kimin adamı olduğu muamma olmakla birlikte, son kullanma tarihinde yani Türkiye’den çıkarken ona kimler yardım etmişse evvela onların adamı olmalı.. Bizde kurumsal yapılar zayıf oluğundan dolayı sonra ipler pekala kopmuş da olabilir. Cadı kazanına çevirdiği Türkiye’ye dönmemek için de galiba Güney son numarasını yapıyor. Hahamlığa soyunmuş. Şayet onu oralarda kollayacak güçlü İslâmi yapılar olsaydı, onların peşinden ayrılmazdı. Haham numarası kendi eğiliminden değil, sinagogun gücünden kaynaklanıyor olmalı. Adam istihbarat örgütlerini birbirine düşürdüğü gibi, aynı şekilde farklı dini yapıları da birbirine doladı. Adam kesinlikle bir fenomen, onun ötesinde bir milat. Bundan dolayı Oktay Ekşi gibiler MİT’in lağvedilmesini ve yerine yenisinin kurulmasını bile istediler. Adam hahamların bile mesleğini elinden aldı. Onu kim veya hangi kurum yetiştirdiyse ‘nadide eseriyle’ övünebilir. Ama tabii ki bu kadar adam ya ellerinde patlayacak ya da ellerini yakacaktı. Bir yakar top misali. Nitekim öyle de olmuştur. Kem alatla kemalat olmaz. Bununla birlikte kendisini ‘hüdayı nabit’ birisi olarak tarif ediyor. Mehmet Ali Ağca, Mesih oluğunu ileri sürürken Güney de ‘Allah’ın casusuyum’ diyor. Halbuki, Allah Kur’an-ı Kerim’de ‘la tecessesu/tecessüs etmeyin’ diye buyuruyor. Haham olarak bu buyruk onu bağlamayabilir lakin bize göre yine de bu durumda o, ya şeytanın casusu ya da Deccal’ın cessasesi.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mustafa Özcan Arşivi