Öldüren fotoğrafın düşündürdükleri
1994 yılında intihar ettiği açıklanan emekli Albay Kazım Çillioğlu’nun oğlu Tayfun Çillioğlu, muhabir arkadaşımız Hasan Öymez’e önemli açıklamalar yaptı. Dedi ki: ‘Babamın ajandasından çıkan fotoğraftaki 10 kişiden 7’si öldü.’
İnsanın kanını donduran bir açıklama. Hele bu isimlere baktığınızda, içinize hemen kurt düşüyor. ‘Ecel mi hesaplaşma mı?’ sorusu üzerinde şüpheleriniz artıyor.
Başta Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis var. Ergenekon davasıyla şüpheli ölümleri yeniden gündeme gelen Tuğgeneral Bahtiyar ve Albay Rıdvan Özden, en dikkat çekici isimler.
Cem Ersever hadisesi başlı başına tez konusudur.
Hulusi Sayın, JİTEM’in fikir babası olarak biliniyor.
Kazım Çillioğlu, ‘Yeşil’ kod adlı Mahmut Yıldırım’ın peşine düşünce bir gün makam odasında ölü bulunuyor. Teşhis, intihar...
O fotoğraf karesinden arta kalan Tuğgeneral Veli Küçük ve Albay Arif Doğan Ergenekon davasında içerideler.
Hepsi Jandarma...
Ya öldüler ya cezaevine girdiler...
1990-1994 arasında yoğunlaşan eylemler, 1993’te tavan yaptı.
17 Ocak’ta Eşref Bitlis şüpheli uçak kazasıyla hayatını kaybetti. 1 yıl sonra lojmanında ölü bulunan Kazım Çillioğlu, programını değiştirip iki gün önce Diyarbakır’a gitmeseydi o uçakta olacaktı. Eski programı revize etmeyen yetkililer ilk aşamada Çillioğlu’nun şehit olduğunu açıklamışlardı.
17 Nisan’da Cumhurbaşkanı Turgut Özal öldü. Oğlu Ahmet Özal ve eşi Semra Özal’ın ‘öldürülme’ ihtimaline dikkat çeken açıklamalarındaki sır perdesi henüz aralanmış değildir.
24 Mayıs’ta Bingöl’de 33 silahsız er şehit edildi. O esnada PKK’nın ateşkesi yürürlükteydi. Dönemin Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş, yıllar sonra şehit düşen o askerlerin korunmasında hata yapıldığını açıkladı.
2 Temmuz’da 37 kişinin hayatını kaybettiği Sivas katliamı yaşandı. Ateşi yakan eller yargı önüne çıkarılsa da tezgahın perde gerisindeki asıl sorumluları bulunamadı, katliamda hala cevap bulunamayan yığınla soru var.
Yabancı istihbarat örgütlerinin sürece müdahalesini bir kenara bırakarak söylemek gerekirse; Tüm bu hadiselerin merkezinde karşımıza ağırlıklı olarak ‘PKK’ ve ‘JİTEM’ çıkıyor. Sanki kaderleri birbirine bağlanmış gibi...
Kürt meselesinin çözümü konusunda umut doğdukça PKK terörü azıyor, azdıkça JİTEM güçleniyor, güçlendikçe PKK büyüyor.
Ne yazık ki, kan ve şiddet her iki tarafın yaşam kaynağı haline geliyor. Haliyle bu kaotik ortam, yabancı istihbarat örgütlerinin ekmeğine yağ sürüyor.
Bugün gelinen noktada; Şüpheli ölümler aydınlatılmadan şeffaf yönetimi tesis etmenin, demokratik kurumları güçlendirmenin zor olduğuna hep birlikte tanık oluyoruz.
Ne var ki, Ergenekon Davası bu yolculukta önemli bir merhale olmakla birlikte, iddianamenin zihinlerimizde şimşek etkisi yarattığı bu şüpheli ölümlerle ilgili ayrı bir dosya açılmasını zorunlu kılmaktadır.
Ayrı bir JİTEM Dosyası mutlaka açılmalıdır. Bunun güçlüğü bilinerek bazı JİTEM vakaları Ergenekon davasına eklenirse bundan asla maksat hasıl olmaz. Aksine Ergenekon’u sulandırır.
Peki, ayrı bir dosya açılması mümkün mü?
Lafı bile olmaz. Çünkü, iddialar askeri yargılama alanına girer, girince de kaybolursunuz. Bakın, Şemdinli dosyası bile ne hale döndü.
Ama hükümete düşen önemli bir görev var. Yargı sistemi AB normlarına uygun hale getirilmeli, yargıdaki asker-sivil çift başlılığı ortadan kaldırılmalıdır. Belki o zaman geçmişle yüzleşme, en azından teknik açıdan mümkün hale gelebilir.
Bu sürece en fazla katkı sunabilecek kesim ise DTP ve Kürt kökenli vatandaşlarımızdır. Terörün tırmandığı bir ortamda böyle bir hesaplaşma asla olmaz. Sürekli tekrarladığım gibi; Sadece ‘Milliyetçi’ akımları güçlendirir, Ergenekon’un, JİTEM’in değirmenine su taşır, siyaseti kısırlaştırır.
Gelin Gandhi’nin şu sözüne kulak verelim: Demokrasi en iyi yol değildir, tek yoldur.