Türkiye’nin büyük sorunu: Aydın yabancılaşması
Sevgili okuyucular, bir grup aydın geçinen cehalet ve zillet ehlinin ‘özür ihaneti’,
ne yazık ki geçen haftanın gündemine damgasını vurdu.
Benim bu mağdur, mazlum, mustarip milletim, gene bir kısım sözde aydının ihanetine uğradı.
Aydın yabancılaşması
Türkiye’nin en büyük sorunlarının başında ‘aydın yabancılaşması’ gelir. Kendini ‘aydın’ olarak kabul ettirmeye çalışan bir grup ‘okumuş’, kendi toplumunun değerlerinden ve içinden çıktığı halktan uzaklaşmıştır. Bu yabancılaşmış aydınlar, halkın değerlerine önem veren ve halkın inançlarını savunanları ‘köylü’, ‘avam’, ‘kasaba politikacısı’, ‘popülist’ olarak küçümserler ve kendilerini ‘entelektüel’ sayarlar.
Türkiye, 19. asırdan itibaren yoğun bir ‘aydın ihaneti’ne mâruz kalmıştır. Fransa’ya kaçarak kendi milletleri ve vatanları aleyhinde faaliyet gösteren ‘jöntürkler’de, Bedri Rahmi’nin hicvettiği daha sonraki Avrupa hayranı nesiller de aynı zincirin halkalarıdır.
Kendi devletinin başkanına suikast teşebbüsünde bulunan Ermeni komitacısına ‘Ey şanlı avcı’ diye şiir düzen dünün yabancılaşmış aydınıyla, Taşnak ağzıyla özür dileyen, kendi milletini tarihî gerçeklere aykırı olarak ‘soykırımcı’ ilân eden bugünün yabancılaşmış aydın arasında hiçbir zihniyet farkı yoktur.
Türkiye’nin modernleşmesi için Batı’dan damızlık erkek getirilmesini teklif eden Abdullah Cevdet’in iğrenç zihniyeti ile diyasporanın eline tutuşturduğu özür metnini hiç sıkılmadan imzalayan ‘sözde aydın’ arasında ne fark vardır?..
Kadrolu aydınlar
Efendim, Türkiye’de son dönemde başımıza bir de ‘kadrolu aydınlar’ çıktı. Kerameti kendinden menkul şeyhler gibi birtakım kişiler kendilerini aydın ilân ediyorlar. Türkiye’de ayrılıkçı, bölücü hangi iddia varsa, bu kadrolu aydın makulesi ânında bildiriyi yayınlayıveriyor. Bakıyorsunuz, Türkiye’nin menfaatlerinin karşısındaki bütün eylemlerin altında hep aynı kişilerin imzaları var.
‘Kürt sorunu’ demokratik yoldan çözülsün diye yırtınırken ordu düşmanlığı yapmaktan geri durmazlar. Aleviliği, bir ayrılık sebebi olarak göstermeye çalışırlar. Sözde insan haklarını ve özgürlükleri savunurken, bakarsınız bir kısmı başörtüsü konusunda yan çizmiş...
Bu kadrolu aydın tâifesi, karşımıza bazen ‘solcu’, bazen de ‘sağcı’ olarak çıkarlar. Kimi zaman ‘jakoben’, kimi zaman da ‘liberal’ hüviyetleriyle arz-ı endâm ederler. Hattâ içlerinde ‘İslâmcı’ geçinenler bile vardır. Lâkin onları, bütün hücrelerine kadar sinmiş ‘aşağılık kompleksi’ ile kolayca teşhis edebilirsiniz.
Bu kompleksli aydın gürûhu, hiçbir zaman kendi milletlerine ve medeniyetlerine değer vermemişler; kendi toplumlarını ve sokaktaki halkı daima hor görmüşlerdir. Derme çatma öğrendikleri yabancı dillerini bir üstünlük sebebi olarak telâkki edip, Türkiye’ye ve Türk Milleti’ne İngilizce, Fransızca gözlüklerden bakmışlar; mühtedîlere ve uşaklara mahsus bir aşırılıkla, Türkiye üzerindeki yabancı tezlerini şiddetle savunmuşlardır. Bir zamanlar, ‘Sovyetler Birliği’nin çocuğu’ olmakla övünmüşler, silâhlı kuvvetleri ‘devrim’e zorlamışlar, devran dönünce de demokrat kesilerek kendilerini ABD’nin âğuşuna bırakmışlardır.
‘Aydın’ olmanın ölçüsü
Efendim, Türkiye’de ‘aydın’ olabilmenin yazılmamış bazı ‘raconları’ vardır. Evvelâ mümkünse İstanbul’da oturacaksınız; semt olarak tercihiniz ise Nişantaşı, Cihangir, Ayaspaşa, Etiler ya da Boğaz’a nâzır yalılar veya orman içindeki yeni moda siteler olacak... Marka kullanacak, kafelere, barlara takılacak, yazın belirli yerlerde tatilinizi yapacaksınız.
Bir zamanlar söylendiği gibi, nasıl ‘Solcu olmak adam olmak’ (!) sayılıyorsa, ‘aydın’ olmak için de mutlaka eski solcu ekipten gelmeniz şarttır. Eski solcu şimdi liberal olmanız, ‘aydın’ olmanız bakımından mükemmel bir referans sayılır. Bir de bunların aslında ‘köylü’ sayıp küçümsedikleri eski İslâmcı yeni liberalleri de unutmayalım.
‘Aydın’ dediğiniz kişi, öyle benim gibi halkın anlayacağı basit lâflar etmez. Siyaset bilimin ve sosyolojinin muğlak ve soyut kavramlarını kullanmayı pek sever. Birbirinin ağzından kaptıkları deyimleri modalaştırır ve yerli, yersiz çokça kullanırlar.
‘Ciğersiz aydın’ olmanın ilk şartı, ‘Türk düşmanlığı’dır. Bunlara göre Türkler, cahil, barbar ve zâlim işgalcilerdir; Türk Milleti ise, kabiliyetsiz, tembel ve yobazdır. Türkler’in ‘aptal’ olduğu iddiasını şakayla karışık benimsemişler ve daima aslını inkâr eden haramzâdelerden olmuşlardır.
Bunlara göre, Anadolu bir mozaiktir. ‘Anadolu Uygarlıkları’ görüşüyle, bu şühedâ evliyâ vatanını elen-iyon diyarı olarak tanımışlar; bir avuç göçebe Türk’ün bu toprakların sahibi olamayacağı saplantısını, enferiyorite illetiyle muzdarip beyinlerinde muhafaza etmişlerdir. Aydın ihanetinin bilinç altında hep, Türkleri ve Türk Kültürü nü küçümseme yatar. ‘Alaturka’ diye horladıkları Türk Musikîsi, bunların indinde Bizans’tan ya da Arap’tan, Acem’den alınmış; muhteşem Osmanlı Mimarisi ve câmiler Ayasofya’dan çalınmış; eşsiz Türk Sanatı, Ermeni, Rum, Yahudi azınlıklar tarafından ortaya konulmuştur.
Ben bir Türkmen Abdalı’yım
Efendim, bendeniz aydın maydın değilim. Sade ve iddiasız bir Türkmen Abdalı’yım. Babam kulağıma ezanı okuduğundan beri dinlerken gözlerim yaşarır. Ayyıldızlı şanlı bayrağımı görünce heyecanlanırım. 63 yıllık ömrümde hep vatansever oldum. Vatanımı, milletimi, insanımı, dinimi, dilimi, kültürümü sevdim. Başka ülkelerin insanlarına da sempatiyle baktım ama önce milletim dedim.
Hayatım boyunca bir Türkmen Abdalı olarak kaldım. Okuduğum kütüphaneler dolusu kitap özümü değiştirmedi. Hiçbir zaman zigzag çizmedim. Ayakkabımı eskitmeden yenisini alamadım; gömleğimin yakasının kıvrılmasına mâni olamadım. ‘Aydın’ barlarını, kafelerini sevemedim; Anadolu insanının terli yüzünü öpmekten kendimi alıkoyamadım.
Velhasıl, sizin anlayacağınız, bir türlü ‘aydın’ olamadım.
Lâkin şundan çok eminim ki sevgili okuyucular, bu millet, yabancılaşmış aydınlara değil, kendisini gerçekten sevenlere inanıyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.