Atatürk yaşasaydı Can Dündar’a kızar mıydı?
Prof. Dr. Orhan Kural, Prof. Dr. Ahmet Ercan ve Avukat Gülnihal Soydan, ‘Mustafa’ filmi yüzünden Can Dündar’ı savcılığa şikayet etmişler. Özellikle iki profesör, sigara ve içki tüketen görüntülerle Atatürk’ün saygınlığı ve Cumhuriyet kavramının aşındırılmaya çalışıldığını iddia ediyor. Avukatın derdi de aynı, ‘Hepimizin babasına ‘Mustafa’ diye hitap etmek saygısızlıktır’ diyor.
Savcılık soruşturma başlattı.
Villa komşusu Mustafa Balbay gözaltına alınınca kitabındaki Ergenekon tezini rafa kaldıran, NTV’deki programında seçilmiş konuklarla Ergenekon davasını sulandırmaya çalışan Dündar’a tepkili olsak da haksızlığa uğradığında hukukunu korumaya çalışmak gazeteci olarak bize de düşer.
En azından hukukun üstünlüğüne olan inancımız bunu gerektirir.
Şikayet başvurularındaki gerekçelere baktığımızda, bu şahısların nasıl bir ruh ikliminde serpildiğini daha iyi görebiliyoruz. Sayıları üçle sınırlı olsa ‘hadi’ deyip geçebiliriz. Maalesef toprağımız oldukça mümbit.
Sözüm meclisten dışarı, tarih boyunca kraldan fazla kralcı oldular, Atatürk’ü bizden sakladılar. Çarpık zihniyetlerine, hırsızlıklarına, yolsuzluklarına, üçkağıtçılıklarına, ahlaksızlıklarına ‘kalkan’ yaptılar.
Putlaştırdılar.
Oysa Atatürk de insandı. Her insan gibi zaafları, hataları, doğruları, duyguları vardı.
Bozkurt’u çok beğendi
Falih Rıfkı Atay, Atatürk’le ilgili anılarını 1952 yılında Dünya Gazetesi’nde yayınladı. 1968 yılında ise genişletilmiş halini kitap olarak piyasaya sürdü. Kitap, 40 yıl sonra ‘Çankaya’ ismiyle yeniden basıldı.
Laik kesimin öncü isimlerinden Hürriyet Yazarı Özdemir İnce’nin herkese okumalarını tavsiye ettiği kitaplardan biridir. Özdemir, üç gün önce (cumartesi) köşesinde Atay için ‘Cumhuriyet döneminin, Mustafa Kemal ve Atatürk dönemlerinin en yakın, en bilinçli tanıklarından biridir’ diye yazdı.
Yazarın o kitapta (sayfa 12) Atatürk’ü olduğundan farklı göstermeye çalışan sahte Atatürkçülere tokat gibi şu ifadeleri yer alıyor: ‘Atatürk övülmekten hiç şüphesiz hoşlanmakla beraber, mesela, Türkiye’de yayınlanmasına izin verilmeyen Armstrong’un ‘Bozkurt’u kendi üzerine yazılmış eserler arasında en beğendiğiydi. Bu kitabın haksız ve yanlış, hatta doğru da olsa yazılmasını hoş bulmayacağınız tarafları olsa bile, Atatürk’ün şahsiyet ve karakter sırlarına hayli yaklaşan bir tarafı olmalı idi.’
Düşünün, yıllarca bu ülkede yasaklanan Armstrong’un ‘Bozkurt’ kitabı meğer Atatürk’ün en beğendiği kitaplardan biriymiş.
Valiye perde fırçası
Atay, bu tezini güçlendirmek için aynı sayfada çok çarpıcı bir örnek veriyor: ‘Atatürk İzmir’e bir gidişinde Kordon boyundaki evinin salonuna büyük bir sofra kurulur. Davetliler tamam olup oturulacağı vakit, sokakta biriken halkın içerisini seyretmesini istemeyen vali, perdelerin indirilmesini emreder.’
Valiye Atatürk kızıyor: ‘Vali bey, dışarıdaki halk acaba bizim ne yaptığımızı sanıyor? İçki içtiğimizden şüphesi yok. Fakat şimdi masa üstünde kadın da oynattığımızı ve kim bilir daha neler yaptığımızı zannedecekler. İçki içmekten başka bir şey yapmadığımızı görmeleri için perdelerinizi açtırınız.’
Sonra yaşananları Atay, şöyle anlatıyor: ‘Sözlü, oyunlu ve kadınlı toplantılardan biriydi. Sofranın iki türlü dağılışı vardı. Ya Atatürk’e iyice uyku ve yorgunluk basar, arkadaşlarına izin verir ve yatak odasına çıkar yahut yabancı ve yarı bildiklerle vedalaşıp birkaç yakın arkadaşını alıkoyardı. Yemek odasında veya eğer bahar veya yaz günleri ise köşkün bahçesinde kadınlarla biraz daha vakit geçirdikten sonra, hafifler ve ayrılırdı.’
Atay devam ediyor: ‘O gece bazı aşırı sahneler geçti. Gülüşe oynaya sabahladık. Atatürk benimle birkaç kişiyi sona bıraktı. Gece üstüne bir hayli dedikodu yaptık.’
‘O gecesiz anlaşılmam’
Tam ayrılmak üzereyken Atay ile Atatürk arasında şu diyalog geçiyor:
-Şimdiye kadar yalnız sizin için yabancılar yazdı. Biz yanınızdayız. Sizi ve eserinizi daha iyi tanıyoruz. İzin verir misiniz, Yakup Kadri ile sizin için bir kitap hazırlasak?
-Dün geceyi yazacak mısınız?
-Canım efendim, bu kadar hususiyetlerinize girmeye ne lüzum var?
-Ama bunlar yazılmazsa ben anlaşılmam ki... Siz de başkalarının yazdıklarını tekrarlamış olursunuz.
Bu diyalogu aktardıktan sonra Atay, şu yorumu yapıyor: ‘Yaptığını saklama riyakarlığından kendisi gibi halkı da kurtarmaya çalıştı.’
‘Şerefine Paşam’
Atay’ın verdiği örnekler bununla sınırlı değil: ‘Bir yaz ikindisi Dolmabahçe Sarayı’ndan bir motorla Kalamış Körfezi’ne kadar uzanmıştık. Koy sandal doluydu. Ortalarına sokulduk. Herkesin gözü Atatürk’e ve herkes put. Ses yok, kımıldanış yok.’
Sessizliği Atatürk bozuyor (Garsona dönerek): ‘Bize bira getiriniz.’ Biralar getirilince kadehini kaldıran Atatürk, ‘Şerefinize vatandaşlar...’ diyor. Oturduğu yerin altında içki kadehlerini saklayan vatandaşlar, ‘Şerefine Paşam...’ diye karşılık veriyor.
Atay, bu örneklerden sonra şu değerlendirmeyi (sayfa 14) yapıyor: ‘Herkes gibi Atatürk’ün insanlığı iştahlardan, hırslardan, heyecanlardan, gurur ve öfkelerden, zaaf ve kuvvetlerden, iç varlığın düzlerinden, iniş ve çıkışlarından yoğrulmuştur. Eseri bu insanlığın derinliklerinden gelme, kaynaklarından doğmadır. Atatürk’ü ayıklayarak değil, bir tabiat parçası gibi, toplu ve tam ele almalıdır.’
Doğru söze başka nedir ki...
İçki sofralarından soyutlanmış bir kitabın kendini anlatmayacağını söyleyen Atatürk’e inat ‘Mustafa’yı yargıya taşıyanlara, bu kitabı Özdemir İnce gibi ben de tavsiye ediyorum.
Herhalde Atatürk yaşasaydı Mustafa’yı bağrına basardı.