Yargı krizi... İmam Buhari olsa ne yapardı?
Dünkü “gazete”leri okuyup, daha sonra yapılan “siyasî açıklama”ları dinleyince şaşırdım kaldım... Düşündüm de; ya ben “çok zeki”yim, ya da haddinden fazla “aptal”ım!..
Veya tam tersi...
Ya kartel gazeteleri ve bazı siyasiler çok zekiler, ya da haddinden fazla aptallar!.. Belki de; bu işin “zekâ” ve “aptallık”la bir ilgisi yoktur da, “işlerine öyle geldiği için” öyle davranıyorlardır...
Zira, bu tavrın, “hem suçlular, hem güçlüler” veya “zeytinyağı gibi üste çıkma” sözleri dışında izah edilecek bir yanı yok...
Efendim, olayı biliyorsunuz: Anayasa Mahkemesi, bundan 2 ay önce, yani 31 Ekim 2008’de toplanıp bir karar aldı... Bu kararda, “Meclis’in kararı” üzerinde biraz düzeltme yapılıp, mealen denildi ki;
“Meclis’in kapatılmasına karar verdiği 862 belde belediyesi, yasanın çıkmasından 2 ay sonrasına kadar dâvâ açar ve kazanırsa seçime girer!”
Lütfen dikkat!.. Tekrar ediyorum; Anayasa Mahkemesi’nin karar tarihi 31 Ekim 2008’dir!..
YARGIDA ÇOK BAŞLILIK!
Ne var ki; bu kararın üzerinden haftalar geçip de geçtiğimiz günlere gelindiğinde, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın, “Bu ülkede ikinci bir Anayasa Mahkemesi mi var?” tepkilerine yol açan “söz”ler sarfedilmeye, “tavır”lar sergilenmeye başlandı!..
Gerçekten de;
Herkes “horoz” kesilmişti!..
Yargının tepesinde “tek başlılık” değil ve hatta “çift başlılık” da değil, resmen ve alenen “üç başlılık” vardı!.. Anayasa Mahkemesi içindeki “çift başlılık” düşünülürse, “dört başlılık”tan bile söz edilebilir!..
Öyle bir “çok başlılık” ki;
“Her kafadan bir ses” çıkıyor... Anayasa Mahkemesi farklı söylüyordu, Danıştay farklı, YSK farklı!..
İşin ilginç yanı,
Her üç mahkeme de, “Yetki bende” diyordu!..
Hem de; “En yüksek Mahkemenin Anayasa Mahkemesi olduğunu” unutarak!..
Çünkü Anayasa Mahkemesi, “fiilen Danıştay’ın üstünde”dir!..
Öyle ya;
Danıştay’ın, “kanunları iptal etme yetkisi yok”tur ama Anayasa Mahkemesi’nin böyle bir yetkisi vardır...
Anayasa Mahkemesi’nin öyle bir yetkisi vardır ki; Danıştay bile, “bir kanunu iptal ettirmek” istediğinde, bunu Anayasa Mahkemesi’nden talep eder!..
Peki, Danıştay ne yapmıştır?..
“Anayasa Mahkemesi’nin kararını da hiçe sayan” bir karar almış ve böylece “Meclis’i de, Anayasa Mahkemesi’ni de iplemediğini, kendi başına buyruk bir mahkeme” olduğunu göstermeye yeltenmiştir!..
Ne ilginçtir ki;
Yüksek Seçim Kurulu da, bir anlamda “Danıştay’ın kararı doğrudur” diyerek, o da “Anayasa Mahkemesi’nin kararını tanımadığını” deklâre etmiştir.
O AÇIKLAMA BİREYSEL DEĞİL, KURUMSAL!
İşte bu gelişmeler üzerinedir ki; Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, önceki günkü o malum açıklamayı yapmış ve Anayasa Mahkemesi’nin 31 Ekim 2008’de, “5’e karşı 6 oy”la aldığı kararı “hatırlatmıştır!”
Evet, “hatırlatmıştır!”
Yani, yeni bir şey söylememiş, sadece, Anayasa Mahkemesi’nin 2 ay önce aldığı karar konusunda Danıştay ve YSK’ya “hukuk hatırlatması”nda bulunmuş ve bir de “uyarı” yapıp, demiştir ki;
“Hukuk devletinde herkesin Anayasa’da öngörülen ilkelere uygun davranma ve hukuku üstün tutma zorunluluğu vardır.”
Bu uyarının adresi, hem Danıştay’dır, hem de YSK!.. Çünkü, “çizmeyi aşan” onlardır!..
Dahası; Haşim Kılıç, bu açıklamayı “kişisel görüşü” olarak değil; “Başkan” sıfatıyla “kurumsal görüş” olarak açıklamıştır!..
Üstelik, bu açıklama, “31 Ekim 2008 tarihli kararın altında imzası bulunan 6 üyenin arzusu, onayı ve isteği” doğrultusunda yapılmıştır!..
Durum böyle olmasına böyledir de, birileri tarafından “özellikle” çarpıtılmıştır!..
Evet, çarpıtılmış ve Kılıç’ın açıklaması, “şahsı adına yapılmış” gibi sunulmuştur!..
Kim tarafından sunulmuştur?!?..
Öncelikle Anayasa Mahkemesi Başkanvekili Osman Paksüt tarafından!.. Daha sonra da YSK Başkanvekili Ahmet Başpınar ve Danıştay tarafından!..
YSK ve Danıştay tarafından yapılan açıklamalarda, “Haşim Kılıç’ın kişisel görüşlerini yansıttığı ve dolayısıyla kaale alınmaya gerek görülmediği” ifade edilmiştir ki; düşünmeden edemedim;
“Yargının tepesine hukuk mu hakim, yoksa ideolojik görüşler mi?”
2 YEDEK ÜYE VE KORSAN BİLDİRİ
“İşlerine öyle geliyor olmalı” ki; Kılıç’ın açıklamalarına “kişisel görüş” yaftası yapıştırıverdiler!..
Evet, böylesi işlerine geliyor;
Çünkü Başkanvekili Osman Paksüt öyle dedi... “Kişisel görüş” dedi, “mahkemeyi bağlamaz” dedi!..
Dedi demesine de, “nasıl” dedi?..
“Korsan bir açıklama” ile dedi!..
31 Ekim 2008 toplantısına katılmayan, dolayısıyla alınan kararda hiçbir dahli bulunmayan “3 üye”yi de yanına alarak dedi!..
O “üç üyeden ikisi”nin “yedek üye” olduğunu kamuoyundan gizleyerek dedi!..
Yani, yaptığı resmen ve alenen “üçkağıtçılık”tı, “göz boyamak”tı, “olayı çarpıtmak”tı, “saptırmak”tı, “korsanlık”tı!..
Ama, milletin gözünün içine baka baka bunu yaptı!..
İşin garibi, bu “numara”yı herkese yutturdu!.. Daha doğrusu, “yutanlar”ın işine öyle geldi!.. Vakit ve Star dışındaki “gazeteler”in işine öyle geldi!.. Başta CHP olmak üzere “siyasiler”in işine de öyle geldi!..
Herkes, o “dolma”yı yuttu!..
Evet evet; “Paksüt’ün hazırlayıp, pişirdiği dolma”yı herkes bile bile ve afiyetle yuttu!...
Herkes, Haşim Kılıç’ın “kurumsal açıklaması”na değil, Osman Paksüt’ün “korsan açıklaması”na itibar etti!.. “Doğru”ya değil, “düzmece”ye inandı!..
Bu bakış, dünkü “kartel gazeteleri”nin manşetlerine şöyle yansıdı:
“Anayasa Mahkemesi, kendi başkanına isyan etti!.. Yüce Yargı’da Haşim skandalı!.. Haşim Kılıç, Türkiye’yi kaosa sürükledi!.. Yargı yarıldı!.. Haşim Kılıç, Türkiye’nin gözünün içine baka baka yalan söyledi!..
İstifa et, çok sevdiğin AKP’den aday ol!..
Yüksek kriz!.. Elbirliğiyle kaos!..
Yargıda yüksek gerilim!.. Yüksek yargı bölündü!”
Sizin de dikkatinizi çekeceği gibi;
Tamamı “linç” amaçlı başlıkların hedefinde Haşim Kılıç var!.. Niye var?.. Galiba “dindar”lığından!..
Görüyorsunuz değil mi;
“Anayasa Mahkemesi’nin itibarına sahip çıkmak” da suç!..
Şu hâle bakın;
“Göz göre göre yalan söyledi” diyorlar!.. Oysa “yalan” söyleyen kendileri!.. Yalana kaynaklık eden de Osman Paksüt ve ona destek verenlerden başkası değil!..
Evet, “korsanlık” yapanlar!..
İMAM BUHARİ NE YAPMIŞTI?
Gördüğünüz gibi;
“Herkesin görüşü”nü aktardım...
Peki, “benim görüşüm” ne?..
Kendi görüşümü açıklamadan önce, “İmam Buhari’nin yaşadığı” bir olaydan söz etmek istiyorum.
Biliyorsunuz;
İmam Buhari, İslâm tarihindeki hadis kitaplarından en önemlisi olan Sahih-i Buhari'nin yazarıdır. Hazreti Peygamber'in vefatından sonra, onun söylediği sözleri, sergilediği davranışları kaydetmek için çok ciddi bir çalışma başlatır. İşte bu muhteşem çalışmanın neticesinde, bugün hâlâ en fazla takdir gören hadis kitabını İslâm dünyasına kazandırmıştır.
Bu çalışmaları sürdürürken, çok uzak bir diyarda, Peygamber Efendimiz’den bir hadis nakledecek bir “köylü”nün olduğunu söylerler... Bir söz dahi olsa duyabilmek ve eserine kazandırabilmek için binbir meşakkatle köylünün yaşadığı yere ulaşır... Sorduğunda, köylünün hayvanlarıyla meşgul olduğunu söylerler.
Gider bulur... Uzaktan izlerken, köylünün atını yakalamak için bir “torba” uzattığını görür. Köylü, atı bu torbanın içindeki yemle yakalamak istemektedir.
Nihayet atı yakalar.
Buhari, köylüye yaklaşır ve torbanın içinde ne olduğunu sorar. Köylü de, “Torbada bir şey yok, sadece atı yakalamak için böyle yaptım” der.
Buhari bu duruma öfkelenir ve
“Ben günlerdir seni görmek için yollardayım...
Peygamberimize ait bir sözü senin ağzından duyabilmek için gelmiştim. Ancak atını boş bir torbayla kandıran adamın sözüne itimat edilmez... Atı kandıran, insanları da kandırır” der ve hadisi dinlemeden ayrılır...
İşte, benim görüşüm budur!..
“Kamuoyunu kandıran, beni de kandırır!.. Beni kandıran, herkesi kandırır!.. Bildiri yayınlarken tuzak kuran, karar verirken de tuzak kurar!”
O halde; içinde Anayasa Mahkemesi Başkan Vekili Osman Paksüt’ün, içinde Danıştay’ın ve içinde YSK Başkan Vekili Ahmet Başpınar’ın bulunduğu “yargı organları”nın kararlarına; bundan böyle inanmam, güvenmem ve saygı duymam mümkün değil!..
Daha açık ve net söyleyeyim;
Yargı birbirini takmıyorsa;
Ben hiçbirini takmıyorum!..
Ahh şu azınlık sultası!
“Yargıdaki kavga”nın sebeplerini düşünürken, bir şey farkettim... Türkiye’deki “azgın azınlık” nasıl ki her şeye karışıyor, insanları nasıl ki “tek tip”leştirmeye çalışıyor, nasıl ki “düşünce” ve “kıyafet” dayatıyor, farkettim ki, “yargıdaki azınlık” da aynısını yapmaya çalışıyor!..
Bunu, şuradan çıkardım: 31 Ekim 2008 tarihinde toplanan ve üyeleri arasında Başkanvekili Osman Paksüt’ün de bulunduğu Anayasa Mahkemesi bir karar almış... Bu karar, “Paksüt’e rağmen” yani “5’e karşı 6 oy çokluğu” ile alınmış!..
Gelin, görün ki, kararı hazmedemeyen Paksüt, şimdi ortaya çıkıp, “Ben bu karara muhalifim” diyor!..
Olabilir... Ama, ortada bir “karar” var... “Hazmı zor” olsa da katlanacaksın arkadaş!.. Ama, Paksüt ne yapıyor?.. İşin içine “yedek üye”leri ve YSK’yı sokup, “korsan bildiri”ler yayınlayıp “haklı çıkmaya” uğraşıyor!..
Ne ilginç değil mi?.. Türkiye’deki “azgın azınlık” da aynısını yapıyor!.. “Millete rağmen” kararlar alıyorlar, sonra da bunu millete dayatıyorlar!..
Demek ki; Türkiye’nin bu “azınlık sultası”ndan çekeceği var!..