Paşaların kavgası
"Dindarların laikleri ötekileştirdiği ve üzerlerinde baskı kurduğu" iddiasını "mahalle baskısı" adıyla tartışırken, tam tersi bir örnek gündeme geldi.
Emekli paşalar arasında bir söz düellosu patlak verdi. Tartışılan konu, Ordu'nun yüksek komuta kademesinde, emir-komutanın da devreye sokulduğu mahalle baskısıydı. Hadise iki açıdan temsil edici. Birincisi alkollü içki tüketmenin, laik olmanın ön şartı olarak kabul edilmesi. Eski Genelkurmay başkanlarından Kıvrıkoğlu, halefi Hilmi Özkök'ü engellemeye çalışıyor. Gerekçesi laiklik konusunda yeteri kadar hassas olmaması. Kıvrıkoğlu'nun Özkök hakkında böyle bir kanaati var. Mahkûm olan ve rütbeleri sökülen eski Deniz Kuvvetleri Komutanı İlhami Erdil'in gündeme getirdiği olay da, güya Hilmi Özkök'ün "laiklik zaafı"na dair. Bu zaafın göstergesi olarak nakledilen "mahalle baskısı", ikinci temsil edici örnek. Kıvrıkoğlu Özkök'ü, şarap içmediği için azarlıyor, garsona dönüp, "Oğlum şuradan bir şarap getir. Hilmi de doğru dürüst içki içsin" diyor.
Tartışma Türk Silahlı Kuvvetleri'ni doğal olarak rahatsız etti ve bu rahatsızlık "resmen" ifade edildi. Bir eski komutanın, "İhaleye fesat karıştırmak" suçuyla kendisini mahkemeye gönderen eski komutanı laiklik üzerinden suçlamaya kalkması, aslında bir yığın fuzulî laiklik tartışmasına da ışık tutuyor. Bu kavgaya noktayı, Hilmi Özkök Radikal'den Murat Yetkin'e gönderdiği "savunma" ile koydu. Bu savunma çok önemli ve anlamlı. Çünkü bir eski komutan kendi askerlik onurunu korurken, çok önemli kurumsal eleştirilerde bulunuyor. Özkök'ün savunması, 28 Şubat süreci, asker-siyaset ilişkisi ve generallerin hükümete müdahaleleri gibi çok kritik sorunlara, ordunun en tepesinden güçlü bir ışık tutuyor.
Özkök kendisinin 28 Şubat dönemi komutanları gibi hükümetle kavga etmediği için eleştirildiğini söylüyor. Bir Genelkurmay Başkanı, hükümetle kavga etmediği için diğer komutanlar tarafından suçlandığını ifşa etmiş oluyor. Silahlı Kuvvetler bünyesinde hükümetle kavga etmeyi doğal kabul etmenin ötesinde, aksi durumu kabullenemeyen bir anlayışın egemen olduğunu açıklıyor. Özkök kavga etmemesinin gerekçesini, "Halkımı, ekonomiyi, dış politikalarımızdaki dengeleri olumsuz etkilemekten kaçınma..." olarak sıralıyor. Özkök'ün savunması tersinden okununca, bu hassasiyete sahip olmayanların baskısı öne çıkıyor.
Hilmi Özkök'ün 28 Şubat'ı değerlendirdiği şu satırlar, mutlaka özenle not edilmeli: "Ben iyi niyetlerle ne yapıldığını, kimleri göndermekle kimlerin yollarının asfaltlandığını gördüm. Evvelki olayları incelediğimde asker elinin dokunmasının siyasetçiler için ne kadar 'hayırlara vesile' olduğunu öğrendim. Bu nedenle benim tarzım farklı oldu.
Ben ulusun bütün dinamiklerinin harekete geçmesinin ve yapılacak işin, yapması gerekenler tarafından yapılmasının daha doğru olacağını değerlendirerek hareket ettim. Demokrasinin erdemine, onun zor, ama çok güvenli bir yol olduğuna daima inandım."
Hilmi Özkök onurlu bir asker. Savunmasının her satırında mesleğinin onurunu yücelten, yüksek bir sorumluluk anlayışını öne çıkaran bir askerin ahlakî prensiplerine bağlılığı görülüyor. Hareket noktası duygusal; ama sürdürdüğü muhakeme tamamıyla akıl ve mantık üzerine kurulu. Hilmi Özkök'ün çizdiği sınırların dışına çıkan bir ordunun, ülkesinin çıkarlarını savunması ve koruması imkânsız. Enerjisini siyasete müdahaleye, siyasetçilerle kavgaya harcayan bir ordu sadece "paşaların kavgası"na sahne olur.
Bu tartışmanın bir ucunda, yolsuzluktan mahkûm olup rütbeleri sökülen bir eski Oramiral var. Bu eski amiral, bu onurlu komutana, şarap içmediği gerekçesiyle "laiklik karşıtlığı" imasında bulunuyor. Diğer tarafta kendisini istemeyen selefi Kıvrıkoğlu var. Kıvrıkoğlu, "Özkök'ü istemiyordum. Ben 2 yıl kendisini komutan olarak izledim. Bunun sonucunda da irtica ile mücadeleyi daha iyi yapacak birinin gelmesini istedim." demişti. Özkök'ün savunması bu "irtica ile mücadele"nin "hükümete müdahale ve siyasetçilerle kavga" anlamına geldiğini gösteriyor.
Hilmi Özkök'ün savunması, askerlik onuruna dair güçlü bir retorik metni olarak her askerin başucunda durmalı.