Şiddet tırmanacak mı?

Şiddet tırmanacak mı?

PKK-BDP kanadının şiddet-tehdit yüklü dilinin şifrelerini çözüp, bu soruya bir cevap vermek çok zor.

Şiddetin tırmanıp-tırmanmayacağı kararı, bu ikircikli ve girift dilin içinde saklı bir mesaj olarak bize ulaşacak. Artık hepimizin çok aşina olduğu ama anlamakta aynı ölçüde zorlandığı bu dil silahın dili. Bir namludan çıkan merminin sesi kulağa aynı gelse de, tetik her zaman aynı amaçla çekilmez. Düğünlerde caka satmak için havaya sıkılan kurşunlar, bir insan bedenini hedef aldığı zaman farklı olur. Havaya açılan bir ikaz ateşi ile, doğrudan bir çatışmada karşıt istikametlerden gelen mermilerin sesleri de öyle.

Kandil'de arada sırada uzun bildiriler yazanların veya sayfalar dolusu mülakat verenlerin dili ile BDP'li politikacıların dili, her zaman bu mermilerin sesi gibi farklı amaçlara hizmet eden ama birbirine benzeyen sesler gibi görünüyor. Farklı anlamları olan aynı sözleri işitiyoruz. Bu dil iki kısımdan oluşuyor. Birinci kısımda 'demokratik hakkımız' diyerek talepler sıralanıyor. İkinci kısımda ise 'aksi takdirde' diye başlayan kan ve şiddet yüklü tehditler peş peşe geliyor. Bu dili kullananlar, 'öldürme iktidarı' gibi ikna edici bir argümana sahipler. Ama çıkacak sonuç her zaman aynı değil. Muhatapları kim? Devlet mi? Yoksa kendi iç kamuoyları mı? Bazen de bu dil arada sırada bir iç hesaplaşmanın dışa vurumu olarak keskinleşiyor.

Öbür tarafta devletin açık ve şeffaf dili, bize şiddetin tırmanacağını haber veriyor. Üst üste iç güvenlik toplantıları yapılıyor. Basına 'Kandil'in sansasyonel eylem talimatı' sızdırılıyor. İşin uzmanı Emre Uslu'nun objektif analizleri, Ramazan'ın bitmesini beklemeden bir şiddet dalgasının geleceğini haber veriyor.

Öcalan devletle uzlaştı mı?

'Şiddet tırmanacak mı?' sorusunun cevabı, terörün sona ermesi için yürütülen kalıcı uzlaşma çabalarında saklı. Çözüm ihtimali yaklaştıkça, mutabakat ete kemiğe büründükçe daha fazla taviz koparma telaşına düşen PKK, şiddet musluğunu açarak elini güçlendirmeye çalışıyor. Çözüm sonrasında etkileyici bir iktidardan vazgeçerek işsiz-güçsüz kalacak yönetici kadro ise, kendi bireysel davalarının peşine düşerek, yine elindeki tek üstünlük aracını yani silahı kullanıyor. İki askerin ve bir sağlık görevlisinin kaçırılması ile başlayan ve Silvan'da 13 askerin hayatına mal olan ve devamı da gelen şiddet dalgası, bu karışık hesapların ürünü. Akıbeti, bu hesapların seyri belirleyecek.

Soruya cevap vermek için önümüzdeki bilgileri gözden geçirelim: 8 Temmuz'da Öcalan, avukatları aracılığıyla, devletle görüşmelerinde bir uzlaşmaya varıldığı açıklamasını yaptı. Uzlaşma, yine Öcalan'ın verdiği bilgilere göre üç maddelikti. Barış konseyi kurulması ve yeni anayasa yapılması şeklinde formüle ettiği iki maddenin ayrı bir yeri var. Asıl önemlisi PKK'nın dağdan indirilmesi ve silahsızlandırılması konusunda bir uzlaşmaya varılmasıydı.

Öcalan'ın açıkladığı bu uzlaşmayı sabote etmek için, eşzamanlı üç farklı gelişme yaşandı. PKK asker kaçırdı ve bu olay için operasyona çıkan askerlere saldırarak Silvan'da Öcalan'ın sözlerinden altı gün sonra 13 askeri öldürdü. Aynı saatlerde DTK sözcüsü Aysel Tuğluk eline verilen metni 'kerhen' okuyarak alelacele 'demokratik özerklik' ilan etti ve yine tam aynı zaman zarfı içinde İran, Kandil'e ilk sınır ötesi askerî operasyonuna başladı. Üç tasarlanmış tepki de farklı odaklardan geliyor; ama aynı sonucu; bu uzlaşmanın sabote edilmesini hedef alıyor.

Öcalan'ın uzlaşması, siyasî statü arayan Kürt ulusalcılarını tatmin etmediği için 'demokratik özerklik' ilan ediliyor. Silvan'ın failleri ise, ellerindeki silahı bırakacak olanlar. İki tasarlanmış fiil de, Öcalan'ın tercihi değil ve ikisi de onu açığa düşürüyor. Sonrasında Kandil de, BDP de Öcalan'ın dağılan otoritesini toparlamak için teşebbüse geçiyor.

Bu sonuçtan, çözüm adına çıkartılacak tek sonuç var. PKK-BDP cephesinde, terörü tırmandıracak güçte çok sayıda aktör var. Ama durduracak bir otorite yok. Belki daha önemli sonuç. Öcalan'ın uzlaşması ile otorite bir anda bu kadar dağıldığına göre devlet doğru bir strateji uyguluyor. Öcalan 'iki taraf da beni kullanıyor' diyerek aradan çekildiğini açıklayarak havlu atmış oldu. Bu söz Silvan saldırısını yapanların da demokratik özerkliği ilan edenlerin de Öcalan tarafından aforoz edildiğini gösteriyor.

İran'ın Kandil'e yönelik operasyonuna gelince. Bu operasyonun Suriye'deki ayaklanma ile alâkalı olduğu ortada. Silvan saldırısının arkasındaki Derinciler grubunun iki önemli ismi Mustafa Karasu ve Duran Kalkan'ın İran'la çok sıkı ilişkileri var. Öbür taraftan Öcalan da, Selahattin Demirtaş da İran'ın saldırısının arkasında AK Parti'nin olduğunu iddia ediyorlar. PKK'nın diğer kanadı, özellikle Silvan saldırısını yapanlar ise böyle bir bağlantı kurmuyor.

PKK'nın örgütsel gücüne ve arkasındaki kitle desteğine karşı en yıkıcı gelişme, Türkiye'nin asıl yapısal gündemlerinden geldi. Asker, dört komutanın istifası ile siyasî alanı boşalttığını ilan etti. Askerin boşalttığı siyasî alanda Kürt sorunu en büyük yeri kaplıyor. Artık Kürt sorununun muhatabı asker değil. Hatta terör sorununun da.

Kürt siyasal hareketinin en büyük ortak paydası 'devlet düşmanlığı'dır. Farklı meşrepte ve fikirde Kürtleri yan yana getiren, PKK'ya kitle desteği sağlayan en önemli ortak payda uzun zamandan beri devlete düşmanlık oldu. Devlet, Kürtleri zorla asimile etmeye çalışmıştı. Kürtlerin anadilini yasaklamış, onları Türkleştirmeye kalkarak aşağılamıştı. İşkence etmiş, köylerini yakmış, göç ettirmiş, faili meçhul cinayetlerle öldürmüş, her türlü hukuksuzluğu uygulamıştı. Kütler devlet zulmünün mağdurlarıydı. Ancak bütün bu zulümleri yapan devlet, asker-devlet idi. Devlet deyince sadece Kürtlerin değil, Cumhurbaşkanı Demirel'den, sokaktaki insana kadar herkesin anladığı askerlerdi.

PKK'nın yeni ontolojik sorunu

'Asker-devlet' artık tarihe gömüldü. Onun yerine sandıktan çıkan demokratik hükümet geçti ve bütün dizginleri eline aldı. Bu değişiklik, basit bir devlet içi iktidar değişimi değildi. Demokratik iktidar, asker-devletin izlediği zorunlu asimilasyon politikasını sistematik bir şekilde reddetti. Sadece reddetmekle kalmadı, Kürtlerin anadillerini geliştirmelerini ve kullanmalarını mümkün kılan ileri adımlar attı. Faili meçhul cinayetlerin peşine düştü. Hukuksuzluğu önledi. Şemdinli gibi, Kürtlerin mağdur olduğu cinayetlerin hesabını en üst düzeyde sordu. Sadece Kürtleri değil bütün Türkiye'yi bir çete kıskacına alan Ergenekon'u deşifre etti ve yargının önünü açtı. Devlet iktidarının askerin elinden AK Parti'nin eline geçmesi, sadece hukuksuzluğun ortadan kalkması Kürtlerin temel haklarının güvenceye kavuşması anlamına gelmiyor. Daha ötesi askerî çözümün yerini sivil çözümün alması, bu iktidar değişiminin doğrudan eseri.

Silahla çözüm arayan, elinde silah olanın peşine düşer. Askerler ülkeyi silah zoruyla yönetebilmek için, ellerindeki silahı anlamlı kılan silahlı düşmanlara ihtiyaç duydular. PKK'nın küçük bir marjinal sol örgütten, kitlesel desteğe sahip bir siyasî harekete dönüşmesinin arkasındaki en önemli faktörlerden biri, askerin bu hayatî düşman ihtiyacı idi. Kürt sorunu, bu yüzden Türkiye'de aynı zamanda bir devlet içi iktidar sorunu idi.

Şimdi devlet elindeki silahı, düşman yaratmak için değil, kendi vatandaşlarını korumak için kullanıyor. O kadar kışkırtıcı spekülasyona rağmen, terörle mücadelenin askerden polise verilmesi 90'lı yıllara geri dönüş olarak algılanmadı. Devletin meşrû şiddet kullanma ayrıcalığı var. Bu ayrıcalık hukuk içinde en ileri düzeyde organize olmak zorunda. PKK'nın iç hesaplaşmasında ortaya çıkacak çok sayıda mağdurun da hayatını güvence altına alacak olan bu meşrû güç. 'PKK silahını bıraksın, ama devlet de bıraksın' demek, hukuku uygulayacak 'zor'u ortadan kaldırmak demek. Doğrusu, devletin kullandığı şiddeti hukuk içinde tutmaktan ibaret.

PKK, askerin askerî çözümü yerine, AK Parti'nin 'sivil çözümü' ile karşılaşınca, kendisini var eden en esaslı gerekçeyi, düşmanını kaybetmiş oldu. PKK da, BDP de askerin yerine geçen bu yeni güce karşı etkili siyasî araçlar geliştirmekte zorlanıyor. BDP'nin seçim kampanyasını 'AK Parti bürolarına saldırarak' yürütmesi, bu intibaksızlığın eseri. PKK-BDP standart metinlerinde askerin yerine geçen 'AK Parti-Devlet' ibaresinin peşinden gelen 'AK Parti şiddeti', 'AK Parti'nin imha ve inkâr politikası' gibi sözler hiç ikna edici durmuyor. Artık PKK-BDP'nin karşısında silahlı bir askerî güç değil, onlardan daha fazla Kürtlerin gönüllü desteğini alan AK Parti'nin yönettiği bir devlet var. Bu devlet hukuka riayet ediyor, barışçı çözümlerin peşinden ısrarla gidiyor.

PKK'nın bütün örgütsel yapısı, refleksleri ve programı siyasî şiddet üzerine kurulu. Ve elinde silah tutan bir güçle, yani askerle çatışarak gelişti. Şimdi AK Parti'nin 'yumuşak gücü' karşısında bocalıyor. Kürt sorununun, PKK-BDP marifetiyle seçim öncesinde 'siyasî statü' talepleri ile birdenbire Kürt ulusalcılığına dönüştürülmesi yeni şartlara hızla intibak çabasından ibaret. Silah anlamını kaybedince siyasî hedefler çok ileri bir düzeye taşınarak derinleşen ontolojik sorunun üstü örtülüyor. Ama aynı zamanda Kürt siyasal hareketinin içi boşalıyor, kendi toplumsal tabanında itibar kaybediyor.

Tekrar baştaki soruya dönelim: 'Şiddet tırmanacak mı?' PKK-BDP cephesinde şiddeti kışkırtacak, ortalığı kan gölüne çevirecek çok fazla odaktan bahsettik. Öcalan da dahil, şiddeti bütünüyle sona erdirecek bir gücün ise var olmadığı, tecrübe ederek kanıtlandı. Kastettiğim, kısa vadede bir hükmünü verecek ve yürütecek bir irade. Uzun vadede bu güç mevcut.

PKK içindeki gruplar, müzakereleri baltalamak üzere -Bingöl'de 1993'te 33 askerin öldürülmesi ve Silvan saldırısı gibi- şiddet üretmeye devam edecekler. PKK illegal bir örgüt. Gizlilik içinde iş gören illegal örgütler hiyerarşi ile değil, ademimerkeziyetçi prensiplerle ve geniş inisiyatiflerle iş görür. Bu otonom gruplardan, uluslararası ihalelere taşeronluk yapanlar her zaman çıkacaktır. Ancak PKK-BDP'nin ana gövdesi 'Devrimci Halk Savaşı' stratejisinin objektif koşullarının mevcut olmadığını biliyor. Karşı tarafta AK Parti, aldığı halk desteği ile cesur adımlar atarak Kürt sorununu yumuşatmak ve barışın nimetleri etrafında çatışan tarafları uzlaştıracak imkâna ve en önemlisi akla sahip. İmralı'da yürütülen riskli görüşmeler bunun kanıtı.

Denklem şöyle: BDP'ye oy verenler için PKK, Kürtlerin haklarını silahla savunan bir örgüt. O zaman üretilecek şiddetin zorlayıcı sınırları var. Üstün tutulan değerler için askerin vesayeti nasıl anlamsız hale geldiyse, PKK'nın Kürtler üzerindeki silahlı vesayeti de anlamsız hale geliyor. AK Parti'nin % 50'lik iktidarı ile halk birincisine karar verdi. Şimdi aynı kararı Kürtler verecek. Şiddetin geleceğini Kürtlerin vereceği bu karar belirleyecek.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi