Zamanı ebedileştiren, zamanda âbideleşir...
Yıllar böyle gelmiş, böyle geçiyor!..
Türkiye’nin ne gizli yönetim şemaları (Kırmızı Kitap filan) aşılabiliyor, ne de gizli-saklı ve dahi derin yöneticileri, gizli güç odakları…
Türkiye’nin gizli güç odaklarıyla işbirliği yapan malum medya ile medyatörler ise, uzun vadede kendilerine de zarar verecek sistemi sürdürmeye çalışmaktan bir türlü vazgeçmiyorlar…
Bu yüzden iyi niyetli iktidarlar bile “muktedir” bir performans sergileyemiyorlar.
Yeni yıl bunları düşünmemizin yanı sıra, kendi iç dünyamızı düşünmemizin de bir fırsatı. Oysa biz “Yeni yılı kutlamalı mıyız, kutlamamalı mıyız?” kavgası vermekten, yılları doğru düzgün yaşamaya vakit bulamıyoruz.
Yılbaşı kutlanır mı, kutlanmaz mı?..
Ağaç süslenir mi, süslenmez mi?..
Hindi kesilir mi, kesilmez mi?
Biz bir kesimin “yılbaşı” alışkanlıklarını sorgularken, o kesim de bizim kurban bayramımızı sorguluyor? Kavga kıyamet!
•
Yirmi milyon insanımız açlık sınırının altında yaşıyor…
Bir hayırseverin dağıttığı bir avuç erzağa ulaşmak için insanlar birbirleriyle boğuşuyor...
Vakıf aşhanelerinin ve Halk Ekmek satan büfelerin önünde uzun kuyruklar oluşuyor…
Bu ülkede pek çok insan aç, pek çok insan açıkta; insanlar parasız, kömürsüz, odunsuz; derme-çatma naylon örtülere sığınıyorlar, ya da sokakta uyuyorlar. Parasızlıktan tedavi olamıyorlar, okula gidemiyorlar, ya da çocuklarını okutamıyorlar.
Böyle bir ülkede, başka bazı insanlar yılbaşı diye, fukara ailelerin yıllık gıda harcaması kadar bir meblağı eğlenceye harcar, tomar tomar dolarları milletin gözleri önünde adı-sanı belirsiz bir dansözün ayaklarına dökerse, bu hâl tabiatıyla sorgulanır… Çünkü bu hâl “biri yer biri bakar” halidir.
Böyle haller toplumsal huzursuzluklara neden olur. Atasözünü bilirsiniz: “Biri yer biri bakar, kıyamet ondan kopar.”
Kavga edeceğimize bu tabloyu değiştirecek noktalarda uzlaşmaya çalışalım…
•
İşin bir de “tefekkür” boyutu var elbet… Düşünün: 2008 yılı başında duvarımıza astığımız duvar takvimleri ne kadar da bitmez tükenmez kalınlıkta görünüyordu…
Çok değil, her gün sadece bir yaprağını kopardık, takvimin… (Acaba günlerimizi çöpe mi attık, yoksa ebedileştirdik mi?) Günler haftalara, haftalar aylara aktı…
Kış, ilkbahar, yaz, sonbahar derken, koca bir yıl daha bitti… Yeni yıl da aynen öyle bitecek. Biz değerlendirsek de, değerlendirmesek de zaman akıp gidecek. Kimse zamanı durduramaz, ama isteyen zamanı değerlendirip ebedileştirebilir. Sadece zamanı ebedileştirenler âbideleşir!
•
Milâdi Takvime göre, bugün 2008’in son günü… Gördüğünüz gibi son günün ilk günden pek bir farkı yok. Çünkü günleri farklı yapan takvimler değil, onları yaşama biçimimizdir.
Bugün de kalbi kırılanlar var, yüreği acıyanlar var, gönlü burulanlar var; sürpriz gibi gelen derin yangınlarda yalım yalım yananlar var…
Onlar açısından bugün zor bir gün! Öte yandan sevinenler var, gülenler var, mutlu olanlar var… Onlar açısından ise güzel bir gün! “Günleri farklı yapan yaşama biçimidir” derken, kastettiğim buydu. Yani günlerin ve yılların birbirlerinden bir farkı, bir üstünlüğü yoktur.
•
Türkiye Cumhuriyeti'nin kabul ettiği Gregoryen (milattan önce 45 yılında Jül Sezar tarafından yürürlüğe konan takvimin, milattan sonra 1582’de Papa Gregorius tarafından yeniden tanzim edilen şekli...) Takvimi’ne göre, birkaç gün içinde 2008 bitiyor, 2009 başlıyor…
Devlet ve millet olarak biz hâlâ borç içinde yüzüyoruz… Hâlâ abuk sabuk konular tartışıyoruz. Hâlâ çarşaf-başörtüsü, ekonomik kriz ve maalesef “etnik köken” konuşuyoruz.
Yani yılın son günlerinin, ilk günlerinden hiçbir farkı yok gibi: Aynı krizler, aynı kıyafet ve siyaset dayatmaları, aynı zamlar, aynı yakınmalar, aynı dertler, antidemokratik yönelişler, işkence iddiaları, kadın dövmeler, aynı pahalılık, aynı bozuk gelir dağılımı, aynı işsizlik, yokluk, yoksulluk, yolsuzluk…
İrtica ve laiklik çeşitlemeleri bile aynı olduktan sonra, yılların geçmesi neye yarar?
Bunu söylemeyi içime sindiremiyorum, ama biz yıllardan beri, birbirinden farksız yıllar yaşıyoruz. Yıllar, yıllardan beri birbirini tekrarlıyor: Düzelerek ve gelişerek istikbale gitmesi gereken Türkiye, gereksiz kavgalar ve ideolojik tartışmalan sebebiyle, büzülerek, hatta tükenerek gidiyor.
“Bayram gelmiş neyime” şarkısına nispet, “Yıl değişmiş neyime” diyesi geliyor insanın. Hiçbir şey değiştirmeyen ülkelerde yılların sürekli değişmesi, artık anlamlı gelmiyor bana.
Hicri… Rumi... Milâdî... Farklı takvim sistemlerinin zamanı paylaşmasına ne diyorsunuz? Bence her şey insanın kendi içinde başlar ve biter. Kendi sistemimizi kuramadıktan sonra, takvim sistematiğinin bize bir yararı olmaz.
Yılların değişmesinden, bu değişim bahanesiyle içip dağıtanlar değil, “Bir sene daha bitiyor, her yılın bitişinde ölüme bir adım daha yaklaşıyorum, ama acaba yılları nasıl yaşıyorum?” sualinin ışığında kendi vicdan mahşerini kuranlar kârlı çıkar.
Yine de nice yıllara inşallah, huzur ve mutlulukla.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.