Gazze'deki Türkiye
Gazze'de bir insanlık dramı yaşanıyor. Peki Türkiye bu dramın neresinde duruyor?
Başbakan Erdoğan'ın Riyad'da Suudi Kralı ile görüştükten sonra, "Gazze orantısız güç kullanılarak vurulurken, kimsenin kılı kıpırdamıyor" diye, dünyaya serzenişte bulunuyor. Türkiye'nin Gazze'de yaşanan katliamı engellemek için kamuoyu ve diplomasisiyle sürdürdüğü hareket tarzı, duyarlı ve güçlü bir tavrı yansıtıyor. Türkiye, katliamı durdurmak için atak bir diplomasi yürütüyor. Türkiye'de halk Filistinlilere destek olmak için sokaklarda.
Türkiye, Güvenlik Konseyi geçici üyesi. Libya'nın önerisi ile Güvenlik Konseyi sadece "ateşkes çağrısı" içeren bir ortak basın bildirisi yayınlayamıyor. ABD, ateşkes çağrısının başkanlık açıklaması olarak duyurulmasına bile engel oluyor. Bu çaresizlik, Birleşmiş Milletler'in bütünüyle işlevsiz hale geldiğinin göstergesi. Birleşmiş Milletler'de reform çağrısı, Gazze çaresizliği için yeniden gündeme geliyor.
Türkiye'nin durduğu veya durabildiği yeri tayin etmek için, İsrail'in dolayısıyla ABD'nin hesaplarına bakmak gerekiyor.
İsrail'in Gazze'de giriştiği saldırı, bir sindirme operasyonu. İsrail güç gösterisinde bulunuyor. Bu saldırının İsrail'in güvenliği ile yakından uzaktan alâkası yok. İsrail, gövde gösterisinde bulunup, çevresini sindirmeyi amaçlıyor. Altı aydır devam eden ateşkes boyunca Hamas üzerine düşenleri yaptı. İsrail, yapmadı. Gazze'ye yönelik ambargoyu, ateşkes anlaşmasına aykırı biçimde sürdürmesi bu dengesizliği göstermek için yeterli.
Gazze, Başbakan Erdoğan'ın işaret ettiği gibi bir açık hava hapishanesi. New York Times'ta yer alan, bölgeye Türk-Arap barış gücü yerleştirme önerisi, bu hapishaneye daha müşfik bir gardiyan arayışından başka bir şey değil.
Türkiye'nin yürüttüğü diplomasi, ABD'nin, dolayısıyla İsrail'in hesaplarından çok farklı bir stratejiye sahip. Türkiye, elindeki bütün enstrümanları kullanarak anlaşmazlıkları barışçı yollardan çözmeye çalışıyor. Bu, sadece ülkeler arasında değil, aynı ülke sınırları içinde birbirine düşman halklar için de geçerli. Ortadoğu'daki bütün halkların çıkarı, Türkiye'nin bu barışçı politikasının egemen olmasına bağlı. İsrail ise var olan anlaşmazlıkları genişletme ve bu çatlaklar üzerine bir hegemonya inşa etme telaşında. Hamas ile El Fetih arasındaki düşmanlık, İsrail için altın değerinde. Saldırı bu çatlağı büyütme ve sorunu Filistin tarafındaki otorite boşluğuna dayandırma hesabı güdüyor. Yakında yapılacak Filistin seçimlerine, bu saldırının yapacağı etki bile, İsrail hesaplarında önemli bir yer tutuyor.
Türkiye, bölgede çok önemli bir nüfûza sahip. Bu nüfûz son birkaç yıldır yürütülen diplomasinin eseri. Mısır'ın itibarı ise yerlerde sürünüyor. Mısır'ın, İsrail'in giriştiği saldırıya verdiği ilk tepkinin, Hamas'ın füze saldırılarına son vermesi çağrısı olması, bu itibarsızlığın son gerekçelerinden biri. Türkiye tersine nüfûzunu, inandırıcı bir şekilde barışı sağlama gücünden alıyor.
Önceki yıl, İsrail'i ve ABD'yi ayağa kaldıran Hamas lideri Meşal'in Türkiye'ye davet edilmesi olayı, aslında sağlam bir barış adımı idi. Türkiye, Suriye'yi ipten kurtardı. ABD işgali altındaki Irak'ta halklar arasındaki düşmanlığı gidermeye çalışıyor. Filistin'de üstlendiği rol de, iç sorunlarını çözmüş bir Filistin Yönetimi ortaya çıkartmak. Türkiye, İsrail'in güvenliğini de barışın tesisine bağlayarak ABD'yi ikna etmeye çalışıyordu.
İsrail'in saldırısı, Türkiye'nin tezlerinin kale alınmadığını gösteriyor. İsrail, İran ekseninde güçlenen radikal eğilimlerin bu saldırı ile sindirileceğini savunuyor. Bu savunma aslında Ortadoğu'nun tarihî reflekslerine aykırı. Bu yanlışlık, Filistinli seçmenlerin önüne gelen seçim sandığında mutlaka düzeltilecek.
Türkiye haklı. Ahmet Davutoğlu, geçen ay Washington Post'a verdiği mülakatta, domino etkisi ile barış ve istikrarın yayılması seçeneğini anlatmıştı. İsrail'in giriştiği katliam, domino etkisini tersine işletecek bir etki yaratabilir. Ama bu durum Türkiye'nin haklılığını ortadan kaldırmıyor.