İnternetime dokunma...
Eskiden, çok da eski değil aslında, yirmili yaşlarımızı idrak ettiğimiz yıllarda, istediğimiz kitaba ‘erişemez’, istediğimiz yazarı okuyamazdık.
Kitap o kadar da iyi bir şey değildi.
Devlet büyüklerimiz, bu iyi olmayan ‘şey’in iğvasından sakındırmak için, ellerinden geleni artlarına koymazlardı.
Zırt pırt ‘yasak’ getirirlerdi.
Kitap bir de, nafile yatırımdı... Para tuzağıydı...
Nasılsa günün birinde bilabedel elden çıkarılacaktı.
öyle de olurdu...
Kenan Evren’in darbesi, mesela, çok kitabıma mal olmuştur.
12 Eylül darbesinin ufunetinde, ‘Evlerde genel uygulama yapılacak’ haberi üzerine, rahmetli dayım ve ‘Okuyorsun bu komünist kitapları, sonra ne yapacağını bilemiyorsun’ diyen babamın (kerhen) yardımlarıyla, ‘komünist kitapları’ önce çuvallara doldurup talaş yığınının arasına gizlemiş, sonra da ‘bulurlar’ korkusuyla çıkarıp banyo kazanında yakmıştık.
Nitekim, bulabilirlermiş...
Babamın ‘komünist kitaplar’ dediği, Dostoyevski’nin, Gogol’ün, Orhan Kemal’in, bizim ‘İstidacı Kör Kemal’in (Yaşar Kemal’in) kitapları.
Hadi Dostoyevski isimden kaybediyordu...
Kemal Tahir gibi ‘kerim devlet’ sağcıları bile komünist sayılıyordu.
Hem de en azılısı...
Kitap, üstelik, bedel ödeten bir ‘kağıtlar topluluğu’ydu.
Hiç unutmuyorum... Elazığ-Malatya dolmuşunda üzerimde Kemal Tahir’in bir kitabıyla yakalanmıştım. 1981’in Şubat ayı...
Kitabı, Elazığ’da, eski kitaplar satan bir dükkandan satın almıştım.
İlaveten, Enis Batur’un ‘Şiir ve İdeoloji’siyle, mebzul miktar Nuri Pakdil’in ‘Edebiyat’ dergisi vardı ‘suç aleti’ olarak...
Necati Polat ve Sıtkı Caney şahittir...
Kitapların ‘yasak’ olduğunu öne sürdüler, dergiler için de ‘bunlar komünist bildirisi’ dediler.
İtiraz boşuna...
İkinci Şube’ye götürüp iki gün alıkoydular. Bir ton sopa atıp nasihat ettikten sonra da ‘Hadi s..... git’ deyip salıverdiler.
O günden bugüne, araçlar değişse de, değişen fazla bir şey yok aslında...
Dün kitaba dokunuluyordu.
Bugün internete...
Hayır, elbette kitap ve internet eşleştirmesi yapmıyorum. Dokunma gerekçesi farklı olabilir, dokunan el ‘hukuk’a istinat ettiğini ve bütünüyle yasaları uyguladığını söyleyebilir.
Fark etmez...
Her şeye rağmen, ortada can sıkıcı bir ‘müdahale’ var.
Mahkeme kararıdır, saygı duyacağız, tamam da... Bu, ‘eleştirmeyeceğiz, mahkeme kararını doğru kabul edeceğiz’ anlamına gelmez.
Nitekim, ‘youtube’a erişim yasağı koyan mahkeme kararını, saygı duymakla birlikte, doğru bulmuyoruz.
Mahkeme, Atatürk’e hakaret ettiği saptanan (daha doğrusu ileri sürülen) bir-iki video görüntüsü yüzünden, milyonlarca ses ve video kaydından yararlanma hakkımızı elimizden aldı. (Böylece, benim binbir emekle derlediğim 500 parçalık ‘video klip’ dosyam da çöpe gitmiş oldu. Borodin’ler, Satie’ler, Dire Straits’ler...)
Bırakın, ‘youtube’ gibi zararsız siteleri, düpedüz ‘zararlı’ kategorisine giren siteler için konulan ‘erişim yasağı’nı anlamakta da güçlük çekiyoruz.
Kimin, hangi siteyi ne ölçüde izlediğine artık devlet mi karar verecek?
Kime ne!
Size ne, bize ne, yargıçlara ne!
Kaldı ki internet, kamusallaşmayan, dört duvarla sınırlı kalan bir özgürlük imkanı sunuyor.
Konuyu bir tek Oray Eğin gündeme getirmişti.
Hepimiz susarak geçiştirmiştik.
Susmaya devam ettikçe, korkarım ‘erişim yasağı’ bir alışkanlığa dönüşecek ve biz gizli ajandası olduğundan kuşkulanılan partiden beklerken, çağdaş kurumlar eliyle ‘istenmeyen ülkeler’e benzeyeceğiz...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.