Ergenekoncu ların "masumiyet"i
Sami Selçuk'un önceki gün köşeme aldığım ikâzları mutlaka dikkate alınmalı. "Gözaltı ve tutuklama sürelerinin cezaya dönüştürülmemesi", "Ek iddianamenin süratle yazılması", "sanıkların hangi eylemle suçlandıklarını bilme haklarına saygı gösterilmesi", "gözaltına alınanların özsaygılarıyla oynanmaması" Selçuk'un itirazlarının özünü oluşturuyor.
Bunların tamamı "adil yargılanma" hakkını somutlaştıran prensipler. Bu prensiplerin en başında ise "masumiyet karinesi" yer alıyor.
1789 Fransız İnsan ve Vatandaş Hakları Bildirgesi'nden itibaren, temel hakları düzenleyen bütün evrensel bildirgeler ve anayasalar bu prensibe yer verirler: "Bir suç ile itham edilen şahıs, suçluluğu kanunen sabit oluncaya kadar masum sayılır." "Masum sayılmak" yargı huzurunda masumlar gibi muamele görmesi, toplum nezdinde lekelenmemesi anlamına geliyor. Çünkü "Masumiyet esas, sanık olmak istisnaî bir durumdur". Sanığın lehinde olarak "masumiyet karinesi"ne uyulması yargılama usulüne etkide bulunur. "Şüphe sanığı müstefit kılar" prensibi, şüpheye dayanan hallerin sanığın lehine yorumlanmasını ifade eder.
Ergenekon soruşturması kapsamında gözaltına alınan veya devam eden dava kapsamında yargılanan her kişiye tek tek bu prensiplerin uygulanması, kısaca adil yargılama usullerine uyulması gerekir. Bu icaba uygun davranmak, temel insan haklarına saygının ötesinde gerçeğe ulaşmanın da anahtarı. Uyulduğu takdirde sonuç ne olur? Bu sorunun cevabı çok önemli.
"Masumiyet prensibi" sadece sanıkların vazgeçilmez hakkı değil, bir fener gibi gerçeğin peşinde olanların da önünü aydınlatıyor. Ergenekon davası, en basit tanımıyla bir suç örgütü davası. Bu davanın sanıkları örgütlü suçlar çerçevesinde yargılanıyor. Öyleyse bu davada "zanlı" olanların her biri tek tek, bu örgüt içindeki yerine ve işlediği suçlara göre yargılanacak ve suçları sabit olursa ceza alacaklar. Örgütsel bir suç için yargı huzuruna çıkanların "masumiyet karineleri"ne uyulması, kişilerle örgüt arasındaki ilişkinin belirlenebilmesi için çok önemli. Bu örgüt çok karmaşık ve çapraşık bir örgüt. Örgüt çatısı altında yer alan her kişiyi eşit oranda ve aynı derecede peşinen suçlu ilan ettiğiniz zaman, bu örgütü çözemezsiniz. Öbür taraftan bu örgüt, hukuku ortadan kaldırmayı, yaşama hakkı başta olmak üzere en temel insan haklarını yok etmeyi tasarlamış bir örgüt. Öyleyse bu davada adil yargılanma hakkına harfiyen riayet edilmesi, varlığına kastedilen hukukun zaferi olacak. Hukuk devleti kendisine kastedenleri bile hukuk bahşederek hizaya çekmiş olacak. "Bu soruşturmanın hukuk içinde ve hukuk zemininde yürütülmesi, hukuksuzluğa karşı hukukun zaferi olması çok hayatî. Hukuksuzluğun tek çaresi hukuk." Bu cümle geçen sene 7 Ağustos'ta yayımlanan 'Beraat-i zimmet' ve 'Silahların denkliği' başlıklı yazımdan alınma. Bu hatırlatmayı da sevgili Ruşen Çakır için yapıyorum. Onun verdiği ilhamla, Ergenekon Terör Örgütü'nün ortalığa saçılan dehşet manzaralarından infiale kapılıp -ben de dahil- zanlıları mahkûm edenlere hatırlatmalıyız. Aynı mantık, Ergenekon Terör Örgütü için mahkeme kurup, bu örgütü aklayanlara da cephane taşımış oluyor.
Masumiyet karinesi, fiilen Ergenekon Terör Örgütü'nü koruyan bir prensip değil; tersine bu örgütün ipliğini pazara çıkartmanın da en sağlam kulpu.
Devlete, devletin ve insanların hukukuna kastedenleri hukukun şaşmaz terazisinde tartıp adalete sevk etmek, hukuksuzluğa karşı hukukun zaferi olacak.
Peki hukukun tek bir harfinin bile girmediği, Ergenekoncuların hem savcı hem de yargıç olduğu mahkemenin verdiği hükme ne demeli? "Devleti ele geçiren ve devlet içinde her şeye kadir bir cemaat yapılanması" iddiası, Ergenekon'u müdafaa etmek dışında ne için ileri sürülür? Bırakın "masumiyet karinesi"ni, ortada "zan" denecek bir iddia bile yok iken?