Dipçik ve postal zoruyla manşet atan kimdi?
Olay, dünkü gazetelerin hemen hepsinde "manşet"ten verilmişti...
Vakit'in "derin gözaltı" manşetiyle duyurduğu olay, Hürriyet'in manşetinden "hedefteki isimler" başlığı ile sunulmuştu...
Hürriyet'in manşetinde şu ifadeler dikkat çekiyordu:
"İstanbul Polisi, Şafak Operasyonu ile Orhan Pamuk'tan Ahmet Türk'e kadar pek çok isme suikast hazırlığında olduğu belirlenen "Ergenekon" örgütlenmesini çökertti."
Haberin ayrıntısı özetle şöyleydi:
"ümraniye'de ele geçen el bombaları soruşturmasında yapılan teknik takipte ölüm listeleri ve suikast timleri hazırlığı yapan 'Ergenekon' adlı yapılanmanın izi bulundu. örgütün bir tetikçiye şifreli bir liste vermesi üzerine dün sabaha karşı birçok ilde 40 ayrı noktaya operasyon yapıldı.
Operasyonu Savcı Zekeriya öz bizzat yönetti.
Emekli Tuğgeneral Veli Küçük, Gazeteci Güler Kömürcü, Avukat Kemal Kerinçsiz, Drej Ali lakaplı Ali Yasak, Susurlukçu Sami Hoştan, Yasin Hayal'in avukatı Fuat Turgut, silah üzerine 'ölme-öldürme yemini' ettiren Kuvayı Milliye Derneği Başkanı emekli Albay Fikri Karadağ da dahil 33 kişi gözaltına alındı."
çETELERE KİM ZEMİN HAZIRLIYOR?
Hemen ifade edeyim ki; "Ergenekon" denilen yapılanma; "çete"den de öte, bir "derin devlet yapılanması"dır ve kökü, "çok derin"lere uzanmaktadır!..
Bu yapılanma "gerçekten çökertilebilir" ise, hemen bütün görevliler "hayatlarının işi"ni yapmış ve birçok "faili meçhul" cinayeti de gözler önüne sermiş olacaktır!..
İşte bunun için, operasyon gerçekten "büyük" ve gerçekten "önemli"dir!..
Ama, bu "çeteleşme"lere, bu "örgütlenme"lere hazırlanan "zemin" ve "destek" çok daha önemlidir!..
Bir "eski cumhurbaşkanı" ortaya çıkar ve "Devlet, bazen rutin dışına çıkar" derse, bu tür "çeteleşme"lere, bu tür "örgütlenme"lere zemin hazırlamış ve hatta onları teşvik etmiş olur!..
Bir Genelkurmay Başkanı ortaya çıkar ve "kanlarıyla bayrak yapan" ve onu kendisine gönderen 13 gence sahip çıkıp; "Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır... Toprak, eğer uğrunda ölen varsa vatandır" dizelerini hatırlatarak;
"..... önce kanlarıyla bayrak yapıyorlar. 18 yaş ve altı gençler bu bayrağı yapıyorlar.
Biz böyle bir milletiz. Biz büyük bir milletiz."
Diyorsa; "birileri" de "örgüt" kurup, işte böyle "kan" dökerek "vatanı kurtarmaya" soyunur!..
Bir "iri" gazetenin genel yayın yönetmeni ortaya çıkıp da; "Her ülkenin makul bir derin devleti olmalı" diye yazabiliyorsa; işte bu ifadeler "çeteleşme"ye ve "illegal örgütlenme"ye teşviktir, “yeşil ışık”tır!..
Bu "teşvik"ler oldukça da, ortalık "mafya"dan, "çete"den, "derin örgüt"lerden ve "kan dökenler"den geçilmez olur!..
Malûm; bu tür "illegal yapılanma"lara en büyük desteği veren de, Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul özkök olmuştu...
özkök, 6 Eylül 2003 tarihinde şöyle yazıyordu:
"...Ancak bu eleştirileri yaparken bir noktayı gözden kaçırmamalıyız.
Ben bunu şöyle formüle ediyorum:
"Her ülkenin, makul ölçüde derin devlet kurumlarına ve operasyonlarına ihtiyacı vardır."
Biliyorum, bu sözlerim bazı aydınların tüylerini diken diken ediyor. Ama gerçek bu.
Her ülkenin, gizli operasyon kabiliyetine ihtiyacı var."
HANGİ BAĞIMSIZLIK AYDIN DOĞAN?!.
Olay, "sadece bu yönüyle" bile önemli. Ancak, bu olayı çok daha önemli kılan, Aydın Doğan'ın yine dünkü Hürriyet'in sürmanşetinde yer alan ifadeleri oldu.
Aydın Doğan, dönemin Başbakanı Sayın Necmettin Erbakan'a yazdığı mektupta demiş ki:
"Hiçbir tehdit, hiçbir menfaat, hiçbir güç odağı, hiçbir baskı grubu; bizim hür ve bağımsız yayın yapmamızı engelleyemez!"
Gördüğünüz gibi;
Hiçbir "tehdit, menfaat, güç odağı ve baskı grubu" Hürriyet'in veya Milliyet'in "hür ve bağımsız yayın" yapmasını engelleyemezmiş!.. Aydın Doğan öööle diyo!...
Pekiii... Aydın Doğan'a sormazlar mı;
25 Nisan 1998 tarihli "Dehşet itiraflar" manşetini attıran "kim" veya "kimler"dir?..
Evet, tarih 25 Nisan 1998... Günlerden Cumartesi...
Hürriyet Gazetesi "Dehşet itiraflar" başlıklı manşet haberinde, PKK'nın iki numaralı adamı Şemdin Sakık'ın, Gazeteci Mehmet Ali Birand ve Cengiz çandar ile İnsan Hakları Derneği eski Başkanı Akın Birdal'ın 'PKK ile işbirliği yaptığını' ve Akit Gazetesi ile Milli Gazete'nin de PKK aleyhine yazmayacaklarına dair söz verdiklerini iddia etmişti... Hürriyet başyazarı Oktay Ekşi ise; Şemdin Sakık'ın suçladığı kişi ve kurumlara "Alçakları tanıyalım" başlıklı yazısıyla ağır hakaretlerde bulunmuştu...
Ancak, daha sonra, Şemdin Sakık; "Ben böyle bir ifade vermedim" demiş ve söz konusu ifadelerin düzmece olduğu ortaya çıkmıştı!.. Birand ve çandar, işlerini kaybetmişti...
Ordunun üst kademesindeki değişikliğin ardından Şemdin Sakık'a ait olduğu iddia edilen ifadelerin sahte olduğu, çevik Bir ve Erol özkasnak'ın talimatıyla basına verildiği ortaya çıkmıştı.
CAN ATAKLI DEŞİFRE ETMİŞTİ!
Ki, bu gerçeği; o dönemde Sabah gazetesi yönetiminde bulunan Can Ataklı, öküz dergisine verdiği röportajda, şöyle açıklıyordu:
“O generalin emriyle, bir insanı siyaseten yok etme, yani linç kampanyası açıldı. Tüccar generaller var, geliyorlar ‘Şöyle bir şey yazın da bu kadının kafasını koparalım’ diyorlardı.”
Soru: Siz Cengiz çandar ve Mehmet Ali Birand’ın atılması olayında gazeteye içeriden çok sert tavır koymuşsunuz.
Cevap: çok canım sıkıldı tabii. Generalin bir tanesi ‘bu adamı kovacaksınız’ diyor. O general ki bugün İstanbul’un bütün sermaye çevreleriyle içli dışlı, her gece birinin davetinde. Böyle bir general var ve bu general kendi oturup yazdığı metni, (Sakık’ın ifadesine) ekliyor ve buraya yolluyor; ‘yayınlayın’ diyor.
O sırada çok hâkim durumdalar ve yapacak bir şey yok. O zaman ben, en yakın arkadaşım olduğu halde, kendi genel yayın müdürüme müthiş tepki gösterdim. çünkü 15 gün sonra böyle bir ifade olmadığı (Şemdin Sakık’ın iddia ettiği gibi, Cengiz çandar’ın PKK’yla irtibatı olmadığı), bunun (Sakık’ın ifadesine o general marifetiyle) sonradan eklendiği ortaya çıktı. Bir kere, bir savcının (bu ifadeleri sızdıran yayın organlarına) dava açması ve ‘Kardeşim, hazırlık soruşturmaları gizlidir, hiçbir şekilde de yayınlanamaz. Nasıl yayınlıyorsun bunu?’ diye sorması gerekirdi.
Ama sormuyor.
çünkü orada bir ortaklık var.
General diyor ki ‘böyle olacak’; genel yayın müdürümü yurtdışından buluyor, baskı uyguluyor, gazeteyi batırmakla tehdit ediyor. Karşılıklı çıkar ilişkileri yüzünden, çandar ve Birand maalesef gönderiliyor.
Bence, Sabah’ın yüzkarasıdır. ömrümün sonuna kadar unutamayacağım ve bu meslekten ansiklopediye geçecek korkunç bir olaydır: Bir tüccar generalin talimatıyla bunun olması.
Soru: Aynı general diğer gruplara da baskı uyguladı ama...
Cevap: Uyguladı. Neden? çünkü bir işbirliği kuruluyor. Asker Türkiye’de çok güçlü, esas patron o...
Ama sivil bazı güçlerle ittifak halinde değilse 1 numara değil. Hepsi tüccar olan 28 Şubat generalleri -ki hepsi bugün yönetim kurullarındadır- sivil ittifak bulmuşlardı ve ortak hareket ediyorlardı. Sivil güçler de kendi çıkarları için ‘Sen patronsun’ diyorlardı onlara."
DİNç BİLGİN'İN İTİRAFLARI
Hemen hatırlatayım... "Bir Tüccar General"in emriyle haber yapan, sadece Sabah gazetesi değildir...
Aynı haberi, aynı gün Hürriyet de yaptı, Milliyet de!..
Ki, bu durumu yıllar sonra televizyonlarda ve gazetelerde açıklayan Sabah'ın patronu Dinç Bilgin; şöyle demişti:
"O andıç meselesinde masumum. Barlas'la çandar'ın hikayesinde yurtdışındaydım. Zafer de yanımdaydı.
Telefon geldi. "Birand'la ilgili böyle böyle bir şey çıkacak" dediler.
Sağa sola telefon açtık. Zafer, Ertuğrul'u (özkök) aradı. Ertuğrul, "Ben manşete çekeceğim" dedi... ‘Yapma, etme’ dedik ama razı edemedik. Biz de Cengiz'i izne çıkardık. Barlas'a gelince... Barlas'ın siyasetle ilgisi yoktu. Barlas'ı gazeteden ayırmam parasal sebepleydi.
Bu bahsettiğim tarihlerde Sabah yoldan çıkmıştı.
Yani, eski özgür Sabah değildi artık."
AYDIN DOĞAN'IN ZEYTİNYAĞI TAKTİĞİ
Durum, herhalde anlaşıldı...
"Bir tüccar general" geliyor; "ifadelere eklemeler" yapıp herkese çamur atıyor ve diyor ki;
"Bunu, bu şekilde yayınlayacaksınız!"
"Mecburen, mecburiyetten"(!) yayınlıyorlar!..
Sabah da yayınlıyor, Hürriyet de!..
Hem de, manşetlerden!..
Peki, bir "andıç" değil midir bu?.. Bir "yargısız infaz" değil midir?.. Resmen ve alenen bir "linç" değil midir?..
25 Nisan 1998'de, belki "gönüllü" olarak, belki "tehditle" bu manşeti atan Hürriyet'in patronu Aydın Doğan, bugün kalkmış diyor ki;
"Hiçbir tehdit, hiçbir menfaat, hiçbir güç odağı, hiçbir baskı grubu; bizim, hür ve bağımsız yayın yapmamızı engelleyemez!"
Hadi ordan!..
Bırak bu ayakları!.. Koktu bu ayaklar!..
Bırak, bu "zeytinyağı gibi üste çıkma" taktiğini!..
Hepsi bir tarafa da, 25 Nisan 1998 tarihli manşetin nasıl atıldığını, üzerinizde hangi "güç odakları"nın, hangi "baskı grupları"nın etkili olduğunu; hadi mertçe açıklayın!..
çünkü, bu işin içyüzünü;
Can Ataklı biliyor!..
Dinç Bilgin biliyor!..
Ertuğrul özkök biliyor!..
Ve siz Aydın Doğan; siz de biliyorsunuz!..
O halde itiraf edin; "dipçik" ve "postal" tehditlerini!...
Tabiî, "gönüllü" iseniz, ona bir şey diyemem!..
Ama bilin ki; “itiraf” dediğiniz o ifadeler, sadece ve sadece “iğrenç bir iftira” idi!..
"DERİN DEVLET OLMALI" DİYENLER!
Size bir şey söyleyeyim mi; bugün ortaya çıkarılan "Ergenekon"ların, "çete"lerin, "illegal örgütlenme"lerin temelinde; Aydın Doğan ve gazetelerinin "andıç"lara, "cuntacı"lara, "darbeci"lere ve "derin devlet yapılanmaları"na verdiği destek vardır!..
Ya da, "mecburiyet" vardır!..
Aralarında "mafyacı"ların, "emekli subay"ların ve "gazeteci"lerin bulunduğu bu "Ergenekon" yapılanması; eğer "medya"dan yüz bulamasaydı bu kadar güçlenmez ve bu kadar pervasız olamazdı!..
Resmen ve alenen "meydan okuma" noktasına gelmişlerse, bunun temelinde "kandan bayrak yapanlara övgü" vardır!..
Bunun temelinde; "Devlet, bazen rutin dışına çıkar" diyenlerin verdiği cesaret vardır!..
Bunun temelinde; "Her ülkenin derin devleti olmalı" şeklindeki teşvikler vardır!..
Milletçe gözümüz aydın!.. Meğer bizim de, "rutin dışına çıkan" bir "derin devlet"imiz varmış!.. üstelik de, "makûl"ünden!..
İyi hoş da; Aydın Doğan, hâlâ hangi "hür"lükten, hangi "bağımsız yayın yapmak"tan söz ediyor!?!..
Allah'a şükür, "hafıza"mız yerli yerinde...
"Dipçik zoru"yla, "postal zoru"yla attırılan manşetleri hâlâ unutmadık!..
Aydın Doğan'da "unutkanlık" başladıysa, onu bilemem!
Pornocu-Tecavüzcü!
Hani; "At çamuru duvara!.. Yapışmasa da izi kalır" diye bir söz var ya; "Aydın Doğan gazeteleri" de işte bunu yapıyor!..
Şu hale bakın: Adama, "tecavüzcü", "sapık" denilmiş ve kamuoyuna böyle takdim edilmiş!..
Ama, adamın "masum" olduğu çıkmış ortaya...
çünkü, "gerçek tecavüzcü" yakalanmış ve hapse atılmış!..
Gelin görün ki; Hürriyet'in çaldığı bu kara, Hürriyet'in attığı bu çamur, hâlâ "adam"ın üzerinde!..
Yani, yapışmasa da "izi" kalmış!..
Şöyle kalmış: İnternet sitesine girip de "tecavüz" yazıldığında "B.A.'nın adı" çıkıyor!.. Oysa, dedik ya; "gerçek tecavüzcü" yakalanmış ve içeri atılmış!..
Şimdi, ne yapsın B.A.?..
Bu "yargısız infaz"dan, bu "linç"ten nasıl kurtulsun?..
Gerçi, "pornocu bir patron"un yanında "tecavüzcü"nün lâfı olmaz ama, adam tecavüzcü değil ki!..
"Pornocu patron"un suçu ise tescilli!..