Aktif sabır üzerine
Geçtiğimiz günlerde “aktif sabır”dan söz eden bir yazı yazmıştım. “Aktif sabır” tabiri bilinmesine rağmen, pek de üzerinde durulmadığı ortaya çıktı. “Aktif sabır”la ilgili sorulara gelince, ben de sözün sahibine müracaat ederek ne dediğini araştırdım.
“Aktif sabır” üzerine sorulan soru şöyle: “Salih bir kul olma gayretindeki insan, kısa sürede belli mertebelere ve kemal ufkuna ulaşmayı arzuluyor; fakat bu yolda yer yer nefsin ve şeytanın tuzaklarına takılınca, irade ve azim açısından za’fa uğrayabiliyor. Bu itibarla; iman, İslâm ve ihsan ufkuna yürümede sabrın rolü nedir?”
El cevap;
-Sabredilen konular itibarıyla sabır çeşit çeşittir; ibadetlere devam hususunda sabır, günahlara girmeme mevzuunda sabır ve musibetlere karşı sabır, en çok bilinen sabır çeşitleridir.
-Aslında, ibadet ü taatte sabırdan daha ağır ve zor olan bir husus da iman esaslarıyla alâkalı akla gelebilecek vesveseler karşısında dişini sıkıp dayanabilmektir. Dünyanın göz alıcı güzellikleri karşısında duygu ve fikir değişikliğine düşmeme, düşünce kaymaları yaşamama ve hep Kur’ânî çizgide yol alma da farklı bir sabır türüdür.
-Zaman isteyen ve bir vakte bağlı cereyan eden işlerde, “zamanın çıldırtıcılığına karşı sabır” söz konusudur.
-Geçmişte ifade edilmemiş ya da üzerinde az durulmuş mevzulardan bir diğeri, murad-ı ilahi mevzuunda hadiseleri rıza ile karşılama sabrıdır.
-Sürekli öteler iştiyakıyla nefes alıp veren Hak dostlarının, vazifelerini tamamlayana kadar dünya hayatına katlanmaları ve gönüllerindeki vuslat arzusunu mesuliyet duygusuyla bastırmaları ise ancak seçkin kullara özel bir sabırdır.
-İman ve Kur’an hizmetinin asla acûliyete tahammülü yoktur. Çünkü bu vazife, insan tabiatına bağlı bir iştir; potansiyel olarak tekâmül ve terakkiye istidadlı şekilde yaratılan insanı hakiki insanlığa yönlendirmeye ve onu insan-ı kâmil ufkuna ulaştırmaya matuf bir harekettir. Dolayısıyla, hizmet-i imaniyeden beklenen netice birden bire hâsıl olmaz; vatan, millet, din ve iman adına ortaya konan böyle bir hizmetin semere vermesi ancak birkaç neslin ömrüne vâbestedir.
-Hiç hazan yaşamadan, eğilmeden, bükülmeden yaşamak çok zordur ve bunu herkes başaramayabilir. Ne var ki, bir mü’min her sarsılışta, her yaprak döküşte, her kırılıp çatlamada hemen tevbe ve istiğfara koşmalı; “Ya Rab, artık bu hatalara yaklaşmamaya azm ü cezm ü kast eyledim!” demeli ve bu hususta gerçekten kararlı olmalıdır.
-Ayakta dimdik durabilmenin de bir statiği vardır; insan sebepleri yerine getirerek hiç yuvarlanmamanın, hiç kirlenmemenin ve ikide bir yıkanma lüzumu duymamanın yollarını aramalıdır. Bu mevzuda, sağlam iman ve ibadet ü taat sığınılması gereken en önemli iki seradır.
-Cennet’in göbeğine otağını kurmak isteyen bir insan cemaatten asla ayrılmasın.
-İnsan-ı kâmil ufkuna seyahat eden bir insan, güzergah emniyetini temin etmek ve sicilini temiz tutmak için kendi istidat, kabiliyet, donanım ve konumunun mümkün kıldığı çerçevede, şartların ve konjonktürün izin verdiği ölçüde mutlaka din adına bir hizmeti de üzerine almalıdır.
-Değişik vesilelerle bir araya gelen Ashâb-ı Kirâm efendilerimizin Asr sûresini okumadan ayrılmadıkları rivayet edilmektedir. Merhum M. Akif bu rivayeti şöyle şiirleştirmiştir:
………..
“Hani, Ashâb-ı Kirâm ayrılalım derlerken,
Mutlaka “Sûre-i ve’l-Asr”ı okurmuş, bu neden?
Çünkü meknûn o büyük sûrede esrâr-ı felâh,
Başta îmân-ı hakîkî geliyor, sonra salâh,
Sonra hak, sonra sebât: İşte kuzum insanlık
Dördü birleşti mi yoktur sana hüsrân artık.”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.