Ergenekon’daki tehlike
Genel siyaseti etkileme ihtimali hayli yüksek bir yerel seçim sürecine giriyoruz. Ağırlık noktamız siyasi gelişmeler olacak. O nedenle Ergenekon sürecini zorunlu haller dışında askıya almayı düşünüyorum.
Ancak, 12 Haziran 2007 günü başlayan Ergenekon soruşturmasının ulaştığı boyutu ve muhtemel tehlikeleri anlatmak, kısa bir özet yapmak elzem gözüküyor.
Şu anda ortada sadece bir iddianame var. İkinci ve üçüncü iddianame, henüz hazır değil. Her an operasyon beklentisi de mevcut. İlk iddianameye göre, 86 kişi sanık konumunda. Diğer iddianamelerin mahkemeye sunulmasından sonra sanık sayısı 100'ü geçebilir. Tutuklu sayısı ise şimdiden 70'e ulaştı.
Genel olarak sanıklar hükümeti ortadan kaldırmak, bu amaçla halkı isyana teşvik etmek ve kaos yaratacak eylem gerçekleştirmekle suçlanıyor. Danıştay cinayeti ve Cumhuriyet Gazetesi'nin bombalanması ise örgütün en ciddi eylemi olarak görülüyor.
Ele geçirilen bir hayli de mühimmat var. Özellikle İbrahim Şahin ve Yarbay Mustafa Dönmez'in ev veya ofislerinde çıktığı iddia edilen krokilerden sonra yeni cephanelikler ortaya çıkarıldı. Şu ana kadar bulunan el bombası sayısı 200'e yaklaştı. 55 ruhsatsız tabanca, yaklaşık 7 ton TNT patlayıcı, M-16 ağır silahlar, Kanas suikast silahları, binlerce mermi cephaneliğin önemli parçalarıdır.
Bu gelişmeler Türkiye'nin karanlık tarihiyle yüzleşme ve geçmişi hatırlayarak üzerine gitme kararlılığını doğurması bakımından önemli olmakla birlikte, Danıştay cinayeti dışındaki tüm karanlık kanlı eylemler tanık veya sanık ifadelerinde geçen bölümlerden ibarettir.
Yani "Ergenekon'un eylemi" olarak yer almıyor.
Suç listesi
Hazırlıkları devam eden iddianamelerde belki Üzeyir Garih, Necip Hablemitoğlu ve İbrahim Çiftçi cinayetleri ile Atabeyler, Vatanseverler ve Sauna Operasyonları Ergenekon'a dahil edilebilir. Belki bir kısmı dava dosyası dışında bırakılabilir.
Şemdinli olayları, Malatya'daki misyoner katliamı, Hrant Dink cinayeti ve Darbe günlükleri soruşturma kapsamında incelemeye alındı ama sürecin seyrinden Ergenekon'a eklenme ihtimali zayıf gözüküyor.
Operasyonlar sürerken gündeme gelen iki ayrı tartışma konusu, Ergenekon davasının kapsama alanını genişletti. İbrahim Şahin'le birlikte Susurluk, Arif Doğan, Levent Göktaş ve Levent Ersöz'le birlikte JİTEM bağlantıları daha sorgulanır oldu.
İtirafçı Abdülkadir Aygan'ın ifadeleri ise son 20 yıla yayılan, özellikle Doğu ve Güneydoğu'daki faili meçhul cinayetlerin mercek altına alınmasına yol açtı. 1993 yılında silahsız 33 erin şehit edildiği katliamla ilgili dosya dahi Ergenekon kapsamında değerlendirmeye alındı.
Hulusi Sayın (emekli korgeneral), Memduh Ünlütürk (emekli tümgeneral), İsmail Selen (emekli korgeneral), Adnan Ersöz (emekli orgeneral), Kemal Kayacan (eski Deniz Kuvvetleri Komutanı), Prof. Dr. Muammer Aksoy, Prof. Dr. Bahriye Üçok, Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı, Uğur Mumcu, Eşref Bitlis (eski Jandarma Genel Komutanı), Cem Ersever, Musa Anter, Tarık Ümit başta olmak üzere onlarca ismin 1990'lı yılların ilk yarısındaki karanlık ölümü, bu süreçte tartışmaya açıldı.
Tehlike anı
Ergenekon davasını bekleyen tehlike ise tam bu noktada başlıyor. Kritik soru şudur: Silivri'deki Ergenekon ne zaman işbaşı yaptı? Bir de Ergenekon şeması...
Mevcut belgelere göre, Ergenekon'un 1999 yılında kurulduğu varsayılıyorsa eski yıllara uzanan eylemlerle Ergenekon sanıkları arasında bağlantı kurmak imkansız hale gelir. Ergenekon bir "torba dava" olarak görülüyorsa birden fazla örgüt şemasının bulunmasını zorunlu kılar.
Veli Küçük, İbrahim Şahin, Sami Hoştan gibi bazı karakterlerin hem Ergenekon hem Susurluk sürecinde izlerine rastlanması, aynı örgüt şeması altında gösterilmelerine sağlam zemin oluşturmaz.
Çünkü Ergenekon ve Susurluk farklıdır. Bazı Susurlukçuların Ergenekon'da ortaya çıkması, sonraki yıllarda kurdukları ittifaktan kaynaklanmaktadır. Nitekim bazı Susurluk aktörleri, Ergenekon'un dışında kalmayı yeğlemiştir.
Eğer hem Ergenekon hem Susurluk yargılanacaksa tek torbada olmaz. Susurluk'la ilgili ayrı bir dosya açılmalıdır. Bir suç isnat ediliyorsa, Şahin ve Hoştan gibi ortak isimler iki dosyadan ayrı ayrı yargılanmalıdır.
Aynı şekilde JİTEM'in faaliyetleri (özellikle 1999 öncesi), Ergenekon'dan mutlaka ayrılmalı ve ayrı bir dosya açılmalıdır. JİTEM'i Ergenekon içinde yargılamaya kalkışmak sadece süreci zorlaştırır ve maksat hasıl olmaz. Veli Küçük gibi iki sahada da yer aldığı düşünülen isimler varsa onlar her dosyadan ayrı ayrı yargı önüne çıkarılmalıdır.
Darbe günlükleri de ayrı bir soruşturma konusu yapılmalıdır. 2003-2004 yıllarında kimi komutanların görevdeyken Sarıkız ve Ayışığı darbe planları hazırladığı iddiası Ergenekon içine yerleştirilirse arap saçına döner. Bu konuda bir siyasi irade varsa mecliste araştırma komisyonu kurulmalıdır.
Aksi istikamette mesafe alınır, Ergenekon'un eylem takvimi 1990'a kadar geriye çekilir, birbiriyle doğrudan bağlantılı olmayan eylemler birbirine eklemlenirse, Silivri'deki sanıklarla bu eylemler arasında bağlantı kurulamaz, Ergenekon binası tümden çöker.
Ergenekon "torba dava" olmamalıdır. Yakın karanlık tarih tümüyle aydınlatılmak isteniyorsa; Ergenekon, Susurluk, JİTEM ve Sarıkız ayrı ayrı kendi bacaklarından tutulmalıdır.
İlle de "hepsi olsun" diyorsanız, miladınız 12 Eylül, yolunuz Marmaris olsun.