Sınırı aşmayınız
Tabiatta her şey haddini bilir. Yani kendisine verilenin ötesine geçemez.
Mesela, pire deve olamaz; ceviz, kabak kadar büyüyemez. Bülbül, kartal olamaz. Ama yaratılmışlar içinde haddini aşan tek varlık insandır.
İnsan, haddini aşarak ilâhlığa soyunur.
Bir tarafta baş ağrılarına bile sözü geçmezken öbür tarafta kendini yeryüzünün sahibi zanneder.
Firavun'un "Ben de öldürür, ben de diriltirim" dediği gibi dilediği adamlara suikast düzenlemeye, dilediği ülkeleri haritadan silmeye, dilediğine ekonomik ambargo uygulayarak rızkını kesmeye, Allah'la bağını kesip kendine bağlamaya çalışanlar oluyor.
Rabbimiz kendi kurallarını bildirdikten sonra:
"İşte bunlar Allah'ın koyduğu sınırlarıdır. Kim Allah'a ve Resulü'ne itaat ederse, onu altından ırmaklar akan Cennete koyacaktır. Orada ebedi olarak kalacaklardır. İşte büyük başarı budur." (Nisa 13)
"Kim Allah'a ve Rasülü'ne isyan ederse ve sınırlarını aşarsa, onu ebedi olarak ateşe sokar. Ve onun için alçaltıcı azap vardır." (Nisa 14)
Sonra dünyanın bütün köşkleri sizin olsa, günleriniz sayılı. Bütün yiyecekler önünüzde olsa mi'denin hacmi belli. Bütün yün ve ipekli kumaşlar sizin olsa vücut ölçünüz ve giyeceğiniz günler sınırlı. Bütün güzeller sizin olsa günler sayılı, gücünüz sınırlı.
Öyle olunca gelin bu dünyadan yararlanırken Rabbimizin kurallarına uyalım.
Rabbimiz "Dünyayı kazanmayın" demiyor. "Helalından kazanın, Bizim size verdiğimizden siz de ihtiyaç sahiplerine dağıtın" diyor. Bu dünyanın üstü olduğu gibi bir de altı var.
Peki ya Kur'an'ın kurallarına uymazlar, azgınlık yaparlar, kulluk sınırını aşarlar ve insanları kendilerine kul yapmaya kalkarlar, onların mallarını kendi malları gibi görüp alırlar ve karınlarında haram lokma ile mahşer yerine gelirlerse ne olur?
"Nebe"=Büyük Haber süresinin son ayeti bunun da cevabını verir: "O gün kâfir kişi, elleriyle önceden takdim ettiği işlerini görünce şöyle diyecek: "Keşke ben de toprak olsaydım"
Kendini ilâh yerine koyan, körpecik dimağlara inkar, ateistlik=gâvurluk tohumları ekerek cehennemde yakmak isteyen kurtlar, kendi koydukları kurt kanunları ile toplumu cendereye veriyorlar.
Kendi küçücük akıllarından kanun kalıpları yapıyorlar ve insanlık ailesinin her ferdini o kalıba dökmek istiyorlar. Sığmayanları kanun kırbaçlarıyla yontuyorlar.
Onlar, hayvanlar gibi yaşamak, haram-helal ayırımıyla zevklerinden mahrum olmamak için ateist-gâvurluğu yaymaya çalışıyorlar. Gençken ateist oluyorlar. Zevklerini, şehvetlerini sınırsızca kullanmak için din engelini kaldırmaya çalışıyorlar.
Türkiye'de ve Dünyada din düşmanlarına dikkat ederseniz, alnı terlemeden milletin malını hortumlayanlar, güzellerini soyanlar, dolar sayanlar veya bunların kapısının önünde onların attığı kemiklerle geçinenlerdirler.
Materyalist eğitimle dünyanın her tarafında üniversiteli gangster, soyguncu, uyuşturucu taciri, böbrek, kalp, ciğer alıp satan insan kasabı doktorlar, kadın ticareti yapan üç dil bilen aydınlar, ihtisasa önem verdiklerinden çocuk yaştakileri satanlar, orta yaştakileri satanlar diye guruplara ayrılarak çağdaşlıklarını gösterenler, zamanı ve mekanı çürütüp kokutuyorlar.
İnsanla beraber dereler, nehirler, ırmaklar kirleniyor. Göllerde ve denizlerde canlılar can çekişiyor.
Böyle giderse bir damla temiz su bulamayacağımız zannına kapılırken güneş, gölleri, denizleri, bataklıkları ısıtıyor, kirli suları buharlaştırıyor, hava imbiğinden geçiriyor ve gökyüzünden tertemiz olarak tekrar tekrar üzerimize rahmet olup yağıyor.
İnsan tam ümitsizliğe düşeceği bir anda dünyamız yeni çığlıklarla aydınlanıyor. Hastanelerde, evlerde, doktor ve ebeler elinde dünyaya gelen tertemiz çocuklar gâvurun işini zorlaştırıyor. Çünkü her doğan çocuğun (İslâm) fıtratı üzerine doğduğunu Peygamber Efendimiz haber vermiştir. (Buhari, Cenaiz 80, Müslim, Kader 25, hadis 2657, Tirmizi, Kader 5, hadis 2139)
Kur'an-ı Kerim Rum süresi 30/30'da buna işaret etmektedir.
Güneş doğmaya devam ettikçe kirlenen sular yağmurlarla temizlendiği gibi, inkârla kirletilen insanların çocukları da Müslüman olarak doğduklarından kâfirlerin işi kıymete kadar hep zor olmaya devam edecektir.