Monşerlere dokunma
Elli yıllık eğitim politikalarımızı uzaktan da olsa takip ederim. Elli yıl öncesinden bu güne kadar Milli Eğitimin ilkokul müfredatının kaç defa değiştiğini bilen bir eğitimcinin de olacağını zannetmiyorum.
29 Başbakan ve bunların bazılarının tekrarıyla bugün 59'uncu hükümet yönetmeye devam ediyor.
Devletin istikrarlı bir eğitim politikası olmadığından her gelen hükümet yeni bir eğitim politikasını başlattığını çocuklarımız üzerinde gördüğümüzden, lisenin fen bölümünden mezun olan babanın veya annenin ilkokul çocuğuna matematik dersinde yardımcı olamadığını görünce anlıyoruz ki devamlı bir değişim var.
Dışişleri Bakanlığı'nda nelerin olup bittiğini sınırlı bir çevrenin dışında bilen yok ama önemli dış meselelerde basına yansıyandan anladığımız kadarıyla, dış politikada da her konuda kırmızı çizgilerin olduğuna ve bunların Siyasal Bilgiler fakültelerinde okunduğuna rastlamıyoruz.
Bazı kırmızı çizgilerimizin bile başkaları tarafından önce pembeleştirildiğini sonra da kapkara yapıldığını gördük.
Sabit, değişmez politikaları olmayan, hükümete gelen insanların bilgi, beceri, kültür ve anlayışlarına göre şekil değiştiren bir ülkede, Dışişleri görevlileri de şaşkın kalırlar ve uluslararası hayran oldukları ülkelerin değişmez kurallarına göre kendilerini ayarlamaya çalışırlar.
Önce devletin deriniyle yüzeyi oturup her konuda, din, dil, eğitim, sağlık, güvenlik, içişleri, dışişleri, ziraat, orman, karalar, denizler, hava, çevre....vs. gibi konularda devlet politikalarını belirlemeli, sonra basın-yayın yoluyla yayınlamalı.
Sivil toplum kuruluşlarının, bireysel teklif getirenlerin görüşlerini dinlemeli sonra bunu bir belge haline getirdikten sonra son şeklini yine halka sunup son tenkitleri de almalı ve ondan sonra ilgili fakültelerde ders olarak okutulmalı.
Doktor olmak isteyenlerin Tıp Fakültelerine gittiği gibi siyasete ve bu türden görevlere gelmek isteyenlerin de bu derslerin okutulduğu fakültelere gitmesini sağlamalı.
Dost düşman bütün ülkeler de bizim ne olduğumuzu, ne yapmak istediğimizi bilmeli ve kendimizi kandırmadığımız gibi başkalarını da kandırmamalı.
Mors alfabesinin, telsizin, telgrafın, telefonun olmadığı bir zamanda Sevgili Peygamberimiz, Roma'ya, Pers imparatorluğuna, Habeş İmparatorluğuna, Yemen'e elçi gönderiyor.
Giden elçi, Kur'an'ı ve sünneti çok iyi bildiğinden o iki kaynağın dışına çıkmamak kaydıyla doğrudan görüşmeler yapabiliyordu.
Efendimize sormak için gelmesine gerek yoktu.
Bazı kritik konularda Başbakan veya Dışişleri Bakanı ile elçilerin telefon trafiğinde:
-Efendim Amerikan elçisi böyle diyor ne yapalım?
- Şöyle cevap ver.
- Peki, ama Rus elçisi de şöyle diyor ne yapalım?
- Değiştir ve böyle söyle." diye konuşmalar yaptıklarını dış ülkelerdeki muhabirlerimizin haberlerinden öğreniyoruz.
Şimdi bu monşerler ne yapsın?
Bu monşerlerimiz, devletin sabit bir politikası olmadığı her yeni hükümetin bir bakış açısı olduğu için uyum sağlayamayabilirler ama bunlar, dünyada dış siyasetin nasıl döndüğünü çok iyi bilirler.
Onun için kendi sahasında en üst yerlere gelmiş insanların değerlendirilmesi için de bir yeni karar alınmasını ve bu doğrultuda kanun çıkarılmasını ben teklif ederim.
Mesela, yaşayan bütün Diyanet İşleri Başkanlarının ayda bir biraraya gelebileceği bir yer, devlet tarafından temin edilip ayda bir defa Diyanet konusunda hükümete teklif sunmaları sağlansın, bütün masrafları karşılansın ayrıca huzur parası alsınlar.
MİT Başkanları, Genelkurmay Başkanları, Meclis Başkanları, Başbakanlar, YÖK Başkanları ve Rektörler, Anayasa, Danıştay, Yargıtay, Sayıştay Başkanları ve benim burada sayamadığım birimlerin başkanlarının toplanabileceği çok çok güzel yerleri olsun ve ayda bir defa da kendi sahalarında hükümete tekliflerde bulunsunlar.
Nizamülmülk, Alpaslan'ın oğlu, Selçuklu Sultanı Melikşah'a yazdığı Siyasetname'sinin kırk ikinci bölümünde Büveyhioğulları devlet başkanı Fahruddevle döneminde dışlanmış kırk kadar üst düzey görevlinin gizlice bir dağın tepesinde bir kulüpte toplandıklarını ve orada devlet aleyhine komplolar kurduklarını anlatır.
Bunu öğrenen Fahruddevle'nin, onları hapse attırmadığını, aksine huzura çağırttığını, ayakta karşıladığını, hepsine makam arabası olarak at verdiğini, hılat giydirdiğini, bol maaşlı görevler verdiğini ve böylece dedikoduları önlediğini haber verir.
Önemli görevlerde bulunanların emekli olunca boş duracağını zannetmek doğru olmaz.
Bunların bilgi ve tecrübelerinden halkın ve hükümetlerin faydalanması gerekir.
"Bunlar tersinden bilgi verirler" demeyin bana.
Farz edin ki sizin düşünceniz doğru. O zaman da yanlış bilgi sunarlarsa onun tersini yaparsın, doğru çıkar ve yine de istifade etmiş olursun.