Kaza olmuş kaza!

Kaza olmuş kaza!

Çok değil, on yıl öncesine kadar İstanbul'da “Cuma trafiği” denen bir yoğunluk olurdu. Hafta sonunu değerlendirmek isteyenlerin oluşturduğu bir sıkışıklıktı herhalde o. Sabahları evden işe gidenlerin, akşamları ise işten eve dönenlerin kalabalığı da fark edilirdi. Şimdi artık öyle değil. Epey zamandan bu yana sanki her gün Cuma, sanki her saat iş çıkışı. Ne olacak bu memleketin hali sorusunu geçtik, artık ne olacak bu trafiğin hali ile meşgul oluyoruz. Bu şehirde yatırımların büyük bölümü, trafiği rahatlatmak amacıyla yapılıyor. Yine de pek hissedilmemesi, gerçekleştirilen projelerin çok geç kalmış olmasından. Elli yıl, kırk yıl önce yapılması gerekenler bugün gördüklerimiz. Direksiyon başındayken trafikte sıkışıp kalmış, adım adım ilerleyenlerden bazılarının aklına, “Buna bir sınırlama getirmeli azizim” türünden çözüm yolları geliyor. Ne kadar demokratik bir yaklaşım! Arkadaş arabasını almış ya, bulduğu çözüm, ondan sonra alacak olanların kısıtlanması. Tam kendisinin araba alacağı gün, bir yetkili karşısına dikilip “Maalesef siz alamazsınız. Kota doldu. Sınırı aşamayız” deseydi, ne yapardı? Böyle bir sınır ile karşılaşan herkes aynı tepkiyi göstermez. İnsanlar çeşit çeşit olduğuna göre, tepkiler de çeşit çeşit olur. Biri isyan eder. Bir başkası torpil aramaya başlar. Öteki rüşvet vermeye kalkışır. Beriki sınırın kendisinden sonra başlatılması için uğraşır. “Ne diyorsun sen kardeşim” diyerek adamın üstüne yürüyen de çıkar, belindeki silahı çekip vurmaya kalkan da. Çok azı “Ne yapılım, bize araba almak kısmet değilmiş” diyerek önüne çıkarılan engel karşısında çaresiz boyun eğer. Marifet, kimsenin hakkını yemeden, kısıtlamaya gitmeden, gasp etmeden, kapkaç yapmadan çözüme kavuşturmak. Yoksa despot mantıkla üç günde her şey halledilebilir. İstanbul trafiğinin kalabalık halinden dolayı ağır işlemesi yetmezmiş gibi, sık sık da kıytırık kazalar yüzünden kilitlenmelerle karşılaşıyoruz. Kornalar, zurnalar, el kol hareketleri, dışarı çıkarak bağırıp çağırmalar nafile. “Kaza olmuş abi, kaza!” Gidip baksanız, iki araba birbirine hafifçe dokunmuş. Koskoca yolun ve ona bağlı diğer yolların tıkanma sebebi, üç kuruşluk hasar... Polis bekleniyor! Ekip gelecek, rapor tutacak, “Senin hata payın şu kadar, seninki bu kadar” diyecek. Tıkanan yollarda bekleyenlerin harcadığı yakıt, hasar tutarını katbekat geçer; kaybedilen zamanın değeri ise ölçüye gelmez. Geride feryat eden, çığlıklar atan bir cankurtaran ise o kargaşa içinde adım adım ilerlemeye çalışmaktadır muhakkak. Bundan sonra böyle olmayacak. İçişleri Bakanı Beşir Atalay, Nisan'dan itibaren hasarlı kazalarda polis beklenmesine gerek olmayacağını ve tarafların sigorta şirketleri aracılığı ile sorunu çözeceğini açıkladı. Her araçta bulunması zorunlu hale getirilecek formlar doldurularak, sigorta şirketlerine gönderilecek. Yasal düzenleme tamamlanınca, taraflar anlaşamasalar bile, maddi hasarlı kazalara polis müdahale etmeyecek. “Kaza var kaza” diye kimse trafiği kilitlemeyecek, bizi saatlerce kaz gibi bekletemeyecek; kimse bizi kaza benzetemeyecek. Bir sıyrık, iki yamulan kaporta yahut düşen çamurluk, insanlardan ve onların vaktinden daha kıymetli değil çünkü. Yavaş yavaş akıllanıyor muyuz ne!

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi