Özelleştirmenin neresindeyiz?
Tekelleşme konusunda maalesef sınıfta kaldık. Üstelik devletçiliğin en katı kurallarının uygulandığı demirperde (Komünist) ülkeleri bile çok kısa sürede özelleştirmeyi sağlayıp, serbest piyasa ekonomisine geçip yollarına devam ediyorlar. Bizim böylesine geri kalışımızın temelinde, ekonomik sistemimizin “ucube” olması yatıyor. Nedir bu “ucube” derseniz; bu durumu oturup izah etmemiz gerekir. Zira, dünyanın hiçbir ülkesinde; ne demokratik, ne anti demokratik (komünist, faşîst vb.) yönetimlerde bizdeki gibi “karma ekonomi!” modeli geçerli değildir. Ne demek “karma ekonomik sistem?” Yani, hem devlet ve hem de özel sektör ekonomik faaliyetlerin içinde. Devlet aynı zamanda düzenleyici, vergi ve ceza koyucu.. Hepsinden önemlisi devlet birçok konuda tekel, yani rakipsiz! Kağıt üstünde bakıldığında devlet kuruluşları, özel sektöre göre daha avantajlı ve kârlı gözüküyor ama; uygulamada kazın ayağının öyle olmadığı görüldü. Devlet kuruluşları, ülkeyi idare eden siyasi partilerin adeta arpalığı haline getirildi ve hemen bütün kuruluşlar (çok azı hariç) büyük miktarlarda zarar ettiler. Seneler geçtikçe bu zararlar katlandı ve altından kalkılamayacak boyutlara ulaştı. Öyle ki, kurum ve kuruluşların bütün gelirlerini ve mal varlıklarını satsanız bile, borçlarının faizini bile karşılayamaz hal almıştı. Böylesine gidişin gidiş olmadığını ve çok kısa bir sürede ülkenin duvara toslayacağını ilk defa merhum Turgut Özal fark etti ve gereken tedbirleri almak istedi. Bütün modern, gelişmiş demokratik ülkelere baktığımızda, ekonomik model olarak, devletin tamamen ekonomiden çekilmiş olduğunu ve ekonominin tamamen özel sektöre devredilmiş olduğunu görmekteyiz. Devlet sadece, serbest piyasa ekonomisinin kurallarını koyar ve denetler. Devlet ayrıca bunlardan alacağı vergiyi takip ve tahsil eder. Merhum Özal granite çarptı Merhum Özal, özelleştirme işine girişti ancak, granit misali bir muhalefetle karşılaştı. Bu muhalefet yalnızca CHP gibi siyasi muhalefet olmayıp, diğer milliyetçi ve solcu partilerle birlikte bürokrasiyi de kapsamaktaydı. Çarpık eğitimin sonucu olarak, toplumumuzda da, özelleştirme kültürü gelişmemişti. Mantalitemiz, özelleştirmeyi bir türlü kabul etmiyor ve adeta devlet malının peşkeş çekildiğini ve ülkenin satıldığını zannediyorduk! Sağcısı da, solcusu da, Milliyetçisi de böyle düşünmekteydi. Böyle bir ortamda özelleştirme yapabilmek kolay olmasa gerektir. Nitekim öyle de oldu. Seneler geçti, özelleştirme konusunda ancak bir arpa boyu yol alabildik. Burada bir hususu vurgulamadan geçemeyeceğim. Mahut TELEKOM’un özelleştirilmesini ele aldığımızda, o vakitler 40-45 milyar dolar kıymetinde idi. O vakitler bu özelleştirmeyi yapabilseydik ülkemizin dış borçlarını sıfırlayabiliyorduk. Solcu Mümtaz Soysal, Anayasa Mahkemesine giderek özelleştirmeyi durdurdu. Seneler sonra bu özelleştirme, yukarıda zikredilen fiyatın ancak onda biri bir kıymette müşteri bulabildi. AK Parti iktidarı, geçen dönemde 25 milyar dolarlık özelleştirme yaptı ki, bu durum eskiye oranla kıyaslanamaz. Müthiş bir başarı elde edildi. AK Parti bu ikinci iktidar döneminde de özelleştirmeye aynı hızla devam etmektedir.