Ergenekoncular ve kışla kapısı
Ergenekon üzerinden garip bir çekişme ile karşı karşıyayız. Daha doğrusu, adaletin tecelli etmesinden korkanlar var. Adalet diyorlar, ama Ergenekon davasında yargının, baroların üzerine düşen gölgelerden rahatsız olmuyorlar. Demokrasi diyorlar, ama demokrasinin ayağındaki prangaların çözülmesini istemiyorlar.
Susurluk için ayağa kalkıyorlar, ama Ergenekon için müthiş bir direnç gösteriyorlar. Medyasında öyle, barolarında öyle, yargının içinde öyle, silahlı kuvvetler bünyesinde öyle... Karşımızda "Ergenekon için ulusal mukavemet gücü" gibi bir organizasyon var. Neden böyle?
Cumhuriyet elitleri, kendi halklarına güvenmiyorlar. Demokrasiyi de bu yüzden baştan beri hazmedemediler. Dünyanın gidişi böyle deyip demokrasiye kerhen geçtiler. Demokrasilerde eşit yurttaşlar vardır. Onlar ise "biz asılız. Dıştan eşit görünsek bile eşit olamayız" dediler. İşte o sebeple, "halk seçse bile biz yöneteceğiz" deyip diklendiler. Bunun için de askeri öne çıkardılar. Sendikalarıyla, iş dünyasıyla, medyasıyla, üniversiteleriyle, yüksek yargı mensuplarıyla her defasında askeri tahrik ettiler. Sokaklara cübbelerle çıkıldı. Yargı mensuplarına kışlalarda brifingler verildi. Derin provokasyonlar devreye girdi. Öyle yaptılar. 27 Mayıs 1960'ta, 12 Mart 1971'de, 12 Eylül 1980'de, 28 Şubat 1997'de, 27 Nisan 2007'de, hep silahlı kuvvetleri sahneye sürdüler.
Toplum mühendisliğinin kralı bu ülkede yapıldı. İşte mesela bir eski bakan, şimdi diyor ki: "Atatürk'ün Selanik'teki evine ses bombasını MİT attırdı..."
Şimdi de Ergenekon için yine asker tahrik ediliyor. Bunu çok pervasızca yapıyorlar. Köşeye tam sıkışmışlığın telaş ve hırçınlığı içindeler. Çünkü daha önceki hamlelerinde öyle ya da böyle, halkın desteğini alabiliyorlardı. En sonuncusunda, mesela cumhuriyet mitingleri için belli şehirlerde de olsa meydanları doldurabiliyorlardı. Şimdi Ergenekon için böyle bir şey mümkün mü? Sonra medya... O, ülkenin gündemini belirleyen gazete ve televizyonlar, yargısız infaz makineleri, astığı astık, kestiği kestik olanlar.. şimdi nasıl da boş manşetler atıyor, nasıl da içi doldurulamayan haberler yapıyorlar. Sırıtan magazinleştirme, hedef saptırma çabaları içinde nasıl da gülünç duruma düşüyorlar...
Neden artık en son çareleri silahlı kuvvetler? Çünkü bu ülkede artık bir yüzde 80, yüzde 20 gerçeği var. Bu halk, yüzde 80 itibarıyla bir hissiyat sergiliyor. Bu hissiyatın içinde; milli duruş var... Demokrasi arzusu var... Özgürlüklerin genişlemesi, hukukun üstünlüğü özlemi var... Dinle barışıklık var... Uzlaşma, hoşgörü var... Artık kısır çekişmeleri, kavgaları bırakalım, Türkiye'yi çağdaş, ileri, güçlü bir ülke yapalım talebi var...
Cumhuriyet elitleri, o kendini asıl sayan, laiklik bastırmasıyla, Cumhuriyet'in demokratik ve özgürlükçü vasıflarını yok sayan o tabaka, o yüzde seksenlik masum ve makul çoğunluktan artık korkuyor. O çoğunluk, onları dışlamadığı halde, onlar kendilerini, kendi insanlarının içinde yabancılaşmış görüyorlar. Kuşatılmışlık hissine kapılıyorlar. Alıştıkları azınlık tahakkümünün yerini, çoğunluk tahakkümünün alacağını zannediyor, vehmediyorlar. Öyle ya, kişi kişiyi kendi gibi bilirmiş... Kendi toplumlarına yabancılaştıkları için, demokratik yoldan söz sahibi olmalarının hayal olduğunu görüyorlar ve askere teslim oluyorlar. Halktan yüz bulamayacaklarına inananların, "hadi başka kapıya gidelim" dediklerinde, karşılarında kışla kapısından başka kapı kalmıyor... Yüzde 80 gerçeği, Ergenekoncuları kışlanın kapısında bekletiyor. Bu bir tükenmişlik hali... Bu bir acziyet hali... İşte bunun için, Ergenekon davasının, bütün ümitlerini bitireceğini görüyorlar/ anlıyorlar.
Bırakınız, Türkiye içindeki kirleri boşaltsın. Artık rahatlasın. Rahatlasın ve demokratikleşmeye dönsün. Normalleşmeye dönsün. Laikçilikten, demokratik laikliğe gelsin. Devlet dinle kavgayı bıraksın. Bürokrasi, vesayet inadından vazgeçip milletle kucaklaşsın...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.