Bir cemre de yüreklerimize düşse...
İkinci cemre düştü dostlar, ikinci cemre de düştü...
Birincisi havaya düşer, ikincisi suya düşer, üçüncüsü toprağa düşer...
Peki, yüreğimize kaçıncısı düşecek acaba?
Keşke diyorum bir cemre de yüreğimize düşse ve yüreğimiz de havayla, suyla, toprakla birlikte ısınmaya başlasa...
Belki o zaman fark ederdik, aramızdaki “fark”ların aslında “renkler”imiz olduğunu...
Farklarımızın, “Ne kadar fark, o kadar gökkuşağı” anlamı içerdiğini...
Ve ruhumuzu zenginleştirdiğini...
Belki o zaman fark ederdik, hayatın güzelliklerle dolu olduğunu...
Değişen mevsimlerin içinde saklı farklılıklarla hayatın daha yaşanabilir hale geldiğini, bu anlamda her mevsimin kendi sırrını içinde sakladığını ve vakti geldiğinde hayata kattığını...
Zıtların birbirleriyle “kaim” olduğunu; kış olmadan yazın, yaz olmadan baharın, gece olmadan gündüzün, yaşlılık olmadan gençliğin değerinin bilinemeyeceğini...
Zıtlıkların tamamlayıcı mahiyetlerini, farkı fark ettirici özelliklerini...
•
Karar vaktidir sanırım...
Ya iktidar olamamış siyasetçilerin “iktidarsızlık” sendromunu olumsuzluğa dönüştüren “Batsın bu dünya” modundaki yaklaşımlarını ya da günlük gazete ve bildik televizyonların, patronun vergi cezasından hayata bakan karamsarlıklarını esas alıp dünyamızı karartacağız...
Veyahut her oluşta saklı güzelliği görme kararlılığı içinde hayata “mü’mince” bakıp hayatın “tefekkür” ve “tezekkür” boyutunda yakalamamız mukadder olan ihtişamın “İlahî ikram” boyutunu keşfederek “hamd” kapısından Allah’a ulaşacağız.
Seçim bize bırakılmış...
Yine de birinci tarz-ı hayatın (hayat tarzının) insanın ufkunu kararttığını, hayata olumsuz bakmanın güzellikleri ıskalattığını ve insanı hayattan keyif alamaz hale getirdiğini, bunun ise hem başarısızlığı körüklediğini, hem de dünya cehenneminde yandıktan başka, ahret cehennemini de inşa ettiğini bilmekte fayda var.
Peygamber Efendimiz, her türlü olumsuzluğun içinden güzellik çıkarabilen ve mevcut tüm güzellikleri yakalayabilen bir örnektir...
Çürümüş, kokuşmuş ölü bir köpeğin bile dişlerine dikkat çekmiş, “Dişleri ne güzel” buyurmuştu.
Köpeğin dişleri gerçekten güzeldi. Ama herkes kokuşmuşluğuna, çürümüşlüğüne dikkat kesildiği için güzel dişlerine kimse dikkat etmemişti...
Efendimiz söyledikten sonra dikkat ettiler ve Efendimize hak verdiler:
“Gerçekten de güzelmiş.”
•
Dünya da öyledir sevgili dostlarım; insanların bozmadığı yerler hâlâ güzeldir...
Bakın hâlâ cemreler düşüyor...
Mevsimler değişiyor...
Geceler gündüze dönüşüyor...
Güneş doğarken ayrı, batarken ayrı renk cümbüşünün tablolarını çiziyor...
Mehtap ve gökkuşağı hâlâ çıkıyor...
Yıldızlar hâlâ dünyanın en güzel bestesinin İlâhî nağamatına (nağmelerine) uyup zikrediyor...
Yağmurun seyrine doyum olmuyor...
Karın keyfi her yaşta yaşanabiliyor.
Cemreler de birbiri ardına düşmeye başladı ya, kısa bir süre sonra toprak canlanmaya, ağaçların damarlarına su yürümeye, bitkilerin içinde “gül ateşi” tutuşmaya başlayacak.
Bahar gelecek ve hayat alabildiğine renklenecek.
Bu rengârenkliği, bu cümbüşü fark etmemek, küfran-ı nimet (sözlüğe bakabilirsiniz) olmaz mı?
Bu güzellikleri bizim fark etmemiz ve o “fark” içinde şükretmemiz için Yaratan Kudret’e şükürsüzlük anlamına gelmez mi?
Silkinin lütfen dostlarım, silkinelim! Hayat siyasetten, ticaretten, kavgadan, savaştan, krizden ve seçimden ibaret değildir!..
Hayat aynı zamanda doyumsuz bir güzelliktir.
Güzel taraflarını görebilmek için, galiba önce Peygamberce bakmayı öğrenmemiz gerekiyor: “Köpek çürümüş, derisi lime lime olmuş, kemikleri ayrılmış, kokuşmuş, ama dişleri hâlâ çok güzel!”
Dostlarım, dünya bozulmuş, çürümüş, kokuşmuş; ama hayat hâlâ çok güzel!
NOT: Bugün Bodrum’da Nurol Kültür Merkezi’nde, (saat 20.00) “Osmanlı İnsanı ve Geleceğimiz” konulu bir konferans vereceğim. Tüm çevre davetlimdir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.