Somurtmamız şart mı?
Gerçek şu ki, biz çok asık suratlı Müslümanlarız...
Tebessümü unutmuşuz. Derin rahmet içerikli selamı bile asık surat eşliğinde veriyoruz.
Aman dikkat: Allah bizi gözetliyor!
Güzel görünmek için fotoğraf makinesine gülümseyen bizler, Güzeller Güzeli’ne gülümsemeyecek miyiz?
Onun bizi güzel bulmasına çalışmayacak mıyız?
Gülümsemek sünnet...
Gülümsemek “sadaka”...
Gülümsemek bir bakıma ibadet!
Müslümanın asık suratlı olmasını bu yüzden kavrayamıyorum. (Fotoğrafımız çekilirken gülümsemeyi asla ihmal etmiyoruz ama değil mi?)
Problemlerimiz var, tamam; peki Saadet Asrı’nda problem yok muydu?..
Buna rağmen neden Resul-i Alişan Efendimiz ümmetini tebessüme teşvik etti.
Dertlerimiz, sıkıntılarımız var, kabul; ama Müslüman olarak bütün elemlerimizi, sıkıntılarımızı dünyanın “imtihan salonu” olmasına bağlayan bir inanç sistemine sahip değil miyiz?
Unutmayalım ki, k, “kâmil Müslüman”, musibetleri (her türlü olumsuzluğu) gülümseyerek karşılamasını bilen olgunluktadır.
İnsana problemlerin üstesinden gelme gücü ve enerjisi veren sır da aslında tebessümde saklıdır.
Gelin hayatımızda bir değişiklik yapalım ve bu akşam evimize gülümseyerek girelim...
Bizi karşılayan annemize, babamıza, eşimize, evlâdımıza tüm ev halkımıza gülümseyerek selam verelim.
Ardından hal-hatır soralım...
Birazcık da iltifat edelim...
Onları sevdiğimizi iyice hissetsinler ve mutlu olsunlar.
Düşünün: Peygamber-i Alişan Efendimiz’in emri olduğu halde kaçımız evimize gülümseyerek giriyor, bizi karşılayan ev halkına tebessüm eşliğinde bir selam veriyoruz.
¥¥¥
Gülümsemeyi ibadet sayan tek din İslâm. Yani inandığımız din bizi gülümsemeye teşvik ediyor. Ne yaparsınız ki, her gün suratımızdan düşen bin parça. Sanki Karadeniz’de gemilerimiz batmış.
“Ama efendim büyük ve çözümsüz problemlerimiz var!..”
Tamam, var. Ne İslâm dünyasındaki gelişmeler, ne de ülkemizde yaşadıklarımız iç aydınlatıcı değil. Doğru da, olumsuzluklar biz somurtunca düzelecek mi?
“Gülümsemekle de düzelmez” demeyin. Eğer ikisinin arasında bir fark yoksa, ben gülümsemeyi tercih ederim. En azından Peygamber sünnetidir.
Yani dindarın somurtması, bağırıp çağırması, her şeye olumsuz yönlerinden bakması şart değil.
Kimseyi döve döve Müslüman yapamazsınız. Öfkelene-söylene kimseye dininizi, politikanızı ve kendinizi sevdiremezsiniz.
Hayat o kadar kısa, zamanımız öyle az ki, sevgili dostlarım...
Sakin olmak ve hayata tebessümle bakmak en iyisi.
Bunu bile bile bakın şu yaptıklarımıza ve yazdıklarımıza; sanki “her yer karanlık!”
Oysa Allah’ın izin vermediği hiçbir olumsuzluk hükümferma olamaz.
Yani kendimizi tüketmeye gerek yok.
Hatırlayalım ki, Peygamber Efendimiz, en zor zamanlarında bile umuda gülümsüyor, hayata gülümsüyor, geleceğe gülümsüyordu.
Hadi siz de onun gibi geleceğe gülümseyin!
¥¥¥
Bir araya gelir gelmez yüreğimize dönük çabalarımızı konuşacağımıza, birbirimize cesaret ve moral vereceğimize, günlük hayatın keşmekeşini konuşuyoruz. Üstelik günlük hadiselere en olumsuz yönlerden bakıp bir birimize “yandık, yıkıldık, mahvolduk” nutukları çekiyoruz. Gidişin fevkalâde kötü olduğuna birbirimizi inandırmaya çalışıyoruz...
Tabiatıyla ümitsiz bir hava kuşatıyor etrafımızı. Moralimiz bozuluyor. O moralsizlik içinde üstümüze düşen bir hizmet varsa bile tavsatıyoruz.
Oysa Müslümanın insanlara, çevreye ve olaylara yaklaşımı müspet olmalı. Müslüman her insanda ve olayda bir güzellik keşfetmeli ki, o güzellikleri köprü yapıp Güzeller Güzeli’ne ulaşabilsin.
Çoğumuz hayatta var olan güzellikleri görmeden yaşıyoruz. Çünkü bakış açımız gelişmemiş, genişlememiş, daha doğrusu idrakimizi Müslümanlaştıramamışız.
Bediüzzaman, “Güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen hayattan lezzet alır” diyor...
Biz ise, hayattaki güzellikleri ıskaladığımız için, hayattan lezzet alamayan, lezzet alamadığımız için de şükretmesini bilmeyen garip Müslümanlara dönüşmüşüz.
Bugün gülümseyerek güne başlamak suretiyle, yanlış alışkanlıklarımızı kırmak için büyük bir adım atmaya ne dersiniz?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.