Barış zamanı değil
Başkan Obama ve Dışişleri Bakanı Hillary Rodham Clinton işe hızlı başlasa da hızlı bitirme şansları yok. Hızlı barış yok. Hızlı girişim ne yazık ki hızlı mukabele ve sonuç getirmeyecektir.
Esasında, Obama ekonomiye de hızlı girdi ama sonuç almakta zorlanıyor. Belki de hiç alamayacak. Gazze saldırıları sırasında bekledi, ardından yemin töreninden sonra çok hızlı bir giriş yaptı ama ortada hızlı bir çözüm görünmüyor.
Bütün cephelerde bir kilitlenme ve buzlanma var. Zaten İsrail’de ‘Dr. No’ olarak anılan Netanyahu veya ırkçı ve sağcı cephe seçimleri kazandı. Hatta Araplar tarafından ABD’de öldürülen Meir Kahane’nin ruhu bu seçimlerde dirildi. İsrail’de seçimleri Kehaneciler kazanmıştır. Kahane ise Avigdor Liebarman gibi Arapların topraklarından atılması üzerine kurulu bir siyasi felsefeyi benimsemişti.
Netanyahu’nun iktidara gelmesi, hiçbir bölge liderini memnun etmedi. Mübarek’le yıldızları barışmıyor. Baba Esat döneminde hem Rabin’in emanetini reddettiği gibi, hem de 3 yıl sürdürdüğü gizli görüşmeler akim ve sonuçsuz kalmıştır.
Dolayısıyla babasına oyalayan Netanyahu’nun, oğlu Beşşar’a şirin görünme ihtimali var mı? Hillary, kocası Bill Clinton’ı bile bıktırmış birisi diyelim de, kısa yoldan anlayın. Ürdün zaten İsrail çığının üzerine düşmesinden pek endişeli. İsrailli siyasetçilerin kalkışacağı bir tehcir ve nüfus hareketi, öncelikli olarak Ürdün’ü vuracaktır. Ürdün rejimi çekiç ile örs arasında bulunmaktadır. Velhasıl, neresinden bakarsanız bakın, Obama yönetimi bölgede ortaksız kalmıştır.
Tek yanlı barış da mümkün değildir. Clinton daha ilk günden İran konusunda kötümser olduğunu ilan etti. Bugüne kadar restleşme üzerine siyaset yapmış iki ülke, nasıl olup da bir anda bir araya gelebilecekler? Lâkin nükleer gelişmeler de ‘ya savaş ya da büyük uzlaşma’ halini dayatıyor. Zira artık yaptırımlar rejimi iflas etmiş durumdadır. Bundan böyle, ‘İran nükleer programını geliştirirken, biz de yaptırımlarla idare edelim..’ diyemeyeceklerdir. Mesele, yeni bir aşamaya intikal etmiştir. En azından Netanyahu, hükümeti kurarsa İran nükleer programının silah üretme aşamasına gelmeden durdurulmasını gerektiğini savunuyor. Ardından pazarlık yapılması siyasetini reddediyor. Her ne kadar kimilerince İsrail ile İran’ın korku dengesi üzerine bölgede nüfuz paylaşımına gidebilecekleri öngörülüyorsa da, bunun İsrail’in tabiatına uygun olduğunu zanetmiyorum.
•
Bu durumda şimdi maalesef barış zamanı değil. İran cephesi fazla sıcak ve soğuma ihtimali biraz zayıf. Peki ya Filistin cephesi? Filistin cephesinde de umut yok. Gazze’nin imarında bile siyasi hesaplar ön planda. Ne olursa olsun denklem ‘paralar ve yardımlar HAMAS’ın eline geçmemeli’ yaklaşımı üzerine kurulmuş. Yani savaş zamanında seyirci kalanlar, şimdi de HAMAS’a siyasi rol kaptırmamak için seferber olmuş durumdalar.
Bunun yanında, şahsi olarak Hillary Clinton da devasa sorunlar karşısında tam bir çaylak. Kocasının 2000 yılında Camp David’de yapamadığını, Obama ile birlikte o mu yapacak?.. Bu beklenti, eşyanın tabiatına aykırıdır.
Nitekim şahinler şimdiden hariciye dümenini yönlendirmeye çalışıyorlar. Bush dönemi, Ulusal Güvenlik Danışmanı Yardımcısı Elliott Abrams, şimdi kızak yeri CFR’ye geçmiş, oradan ahkâm kesiyor. Neoconların kızak günlerinde tünedikleri tercihli yayın organı olan Weekly Standart’daki yazısında Clinton’a yüklenmiş, verip veriştirmiş ve ‘Barış ne lazım? Sen işine bak! Şimdiki konjonktür barışı kaldırmaz. Barışı başka baharda ara” diyor. Netanyahu ile mi barış olacak zahir?
Yazısının devamında şunları kaydediyor: “Hillary birtakım gerçekleri gözardı ediyor. Filistinliler ve İsrail, bir barışın kıyısında ve eşiğinde bulunmuyor. Yakın bir gelecekte Filistin devleti kurulmayacaktır (Hiç kurulmayacak demek istiyor). Burada gerçekçi olan, orta ve uzun vadede Filistinliler için bir ilerleme sayılabilecek kurumların kurulmasıdır, vakit ve çaba bunların tesisine ve tahkimine harcanmalıdır...”
•
Sadece o değil, seçimlerden hemen sonra bazı Filistinli yetkililer de iki devlet formülünün çöktüğünü söylemiş ve ifade etmişlerdi. Bu düşünce, ABD’de de yankılanıyor. Sözgelimi, Carnegie Vakfı’ndan (Carnegie Endowment for International Peace) Nathan J. Brown da Ocak sonlarında (2009) kaleme almış olduğu bir değerlendirmesinde artık iki devlet formülünün öldüğünü ilan ediyor ve onun yerine B planının devreye sokulmasını tavsiye ediyordu.
B planı, tek devlet formülü veya çatısı olmadığına göre, Filistinlilerin devletsiz yaşamaları anlamına geliyor. Hem de sonsuza dek ve ebediyen!
Filistinlilerin bölünmüşlüğünü kâra geçirmeyi teklif ediyor. HAMAS’la askeri anlamda bir ateşkes anlaşmasına varılmasını ve HAMAS’ın da bu anlamda tabu olmaktan çıkartılmasını istiyor. Dolaylı görüşmelerle bu tabunun yıkılabilineceğini öngörüyor. Ateşkes karşılığında HAMAS’ın da Gazze üzerindeki otoritesini tanıyarak, Filistin devletinin ruhuna Fatiha okumaya davet ediyor.
Bu açıdan Filistinlilerin Kahire’de bir araya gelmeleri ve birliklerini tazelemeleri, her zamankinden daha elzem ve öneme haiz bulunuyor. Filistinlilerin aralarında siyasiya da ideolojik farklılıklar veya tezat olabilir ama İsrail bu tezadı kullanarak, Filistinlileri ontolojik olarak bitirmek istiyor. Yani Filistinlilerin bir araya gelmeleri, bir tercihten öte, varlık-yokluk veya hayat-memat meselesidir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.