Orduyu kapatsak mı?
Mustafa Balbay'ın günlükleri doğru ise çareler arasında bu tedbir de var. Bildiklerimizi, inandıklarımızı yeniden düşünmeli, vazgeçilmez gördüklerimizi köklü bir eleştiri süzgecinden geçirmeliyiz.
Çünkü bu terazi bu sıkleti çekmez. Bu ülkenin güvenliği, o günlüklerde resmedilen ordu ile sağlanamaz. Ortaya çıkan rezalet, tek tek kişilerin eseri değil. Karşımızda sıradağlar gibi kurumsal zaaflar duruyor. Devletin, milletin çıkarları tehdit altında. Bu tehditlerin kaynağında ise Türk Silahlı Kuvvetleri'nin kurumsal zaafları var. Sıralayalım:
Birincisi: Ordunun hiyerarşisini altüst eden Genelkurmay başkanları ile kuvvet komutanları ve diğer yüksek rütbeliler arasındaki görüş ayrılıkları kurumsal bir nitelik taşıyor. En tepedekinin görüşü, sistematik olarak diğerlerinden farklılık gösteriyor. Bu farklılığın kişisel özelliklerden değil, konumlardan kaynaklandığı anlaşılıyor. Emekliliği yaklaşan kuvvet komutanı siyasetin peşinde. Ordunun sorumluluğunu bütünüyle taşıyan Genelkurmay başkanları ise hukukun ve demokrasinin ülke güvenliğine sağladığı katkının farkında. Buyurun size bir kurumsal zaaf.
İkincisi: Yüksek komuta kademesinin makam odaları, siyasî parti genel merkezleri kadar gündelik siyasetin kotarıldığı mekânlara dönüşmüş. Gündelik siyasetle bu kadar meşgul bir ordunun, teknik olarak aslî görevini ifa etmesi imkânsız. Seçim sonuçlarını beğenmeyen bir kuvvet komutanının "Bu seçim sonuçlarına millet iradesi diyemiyorum, bu ümmet iradesi..." lafının üzerine bir de makam kotardığı siyasî tasarruflar ekleniyorsa, ordunun gücü, o ülkeyi kaba gücün egemen olduğu ilkel bir topluma dönüştürür. Askerlere siyaset yasağı getirilmesinin arkasında, güvenlik amacıyla oluşturulan silahlı gücün, yani ordu mensuplarının elindeki silahları, siyasî eğilimleri doğrultusunda kullanmalarını engelleme çabası vardır. Siyasî parti merkezleri gibi iş gören karargâhlar, kendileri de dahil olmak üzere hiçbir şeyi savunamazlar. Öyleyse, karşımızda apaçık duran ve demokrasi ile doku uyuşmazlığına işaret eden kurumsal zaafı gidermek zorundayız.
Üçüncüsü: Bir siyasî parti kadar gündelik siyasete dalan bir ordu ile o ülkenin çıkarları korunamaz. Halka hesap veren demokratik iktidarlar, millî davalarda askerî yönetimlere göre daha dikkatli ve sorumludur. Sadece silaha dayanan askerî yönetimler, uluslararası alanda destek bulmak için millî çıkarları peşkeş çekerler. 12 Eylül yönetiminin kabul ettiği meşhur Rogers Planı, buna örnektir. Balbay'ın günlüklerinde insanı dehşete düşüren bir ayrıntı var. Kuvvet komutanı, hükümetin zor duruma düşmesi için "Kıbrıs'ın altında kalması"ndan bahsediyor. "Hükümetin Kıbrıs'ın altında kalması", Türkiye'nin bu millî davada "büyük bir kayba uğraması" anlamına geliyor. Şerefli askerlerin bu söz üzerine, şapkalarını önlerine koyup derin derin düşünmeleri lâzım. Artık, Halaskâr Zabitan subaylarının Balkan Savaşları sırasında söyledikleri "Edirne'yi Enver geri alacaksa, bırakalım Bulgarlarda kalsın" sözünden yola çıkarak, askerin siyasetle uğraşmasının nelere mal olacağını anlatmak yerine, bu günlükleri Harp Okulu öğrencilerine okutmak yeterli. Belki böylelikle yeni bir kurumsal anlayış gelişebilir.
Dördüncüsü: Bu günlüklere yansıdığı kadarıyla, yüksek komuta kademesinin dünyayı anlama ve yorumlama kapasiteleri ve entelektüel yeteneklerinde çok esaslı sorunlar var. Dünyayı ve Türkiye'yi çok eksik bir donanımla takip ediyorlar ve yanlış sonuçlar çıkartıyorlar. Bu durum da ordunun sevk ve idaresinde kurumsal bir zaafa işaret ediyor. Çağın şartları dikkate alınarak, entelektüel donanımı daha yüksek bir komuta sınıfı oluşturacak bir terfi ve atama sistemine geçilmesi gerekiyor.
Beşincisi: Ordumuzda esaslı bir demokratik denetim sorunu var. Bu durum da kurumsal bir zaaf, ama bu zaafın giderilmesi demokratik kurumların sorumluluğunda.
Sonuç? Mondros'ta ordumuzu lağvettik. Sonra Erzurum'da yenisini kurduk. Elbette bugün ordumuzu kapatmamız gerekmiyor. Ama, ordumuzun kurumsal zaaflarının sebeplerine inilerek, kapsamlı çabalarla giderilmesi gerekiyor. Devletimizin, dolayısıyla ordumuzun itibarını başka türlü koruyamayız.