Şöyle bir duruş paşam...
Karşımızda duran rezalet, paşaların iktidar hırsının eseri. Endişeler, korkular, "vatan tehlikede" nidaları, bu yalın iktidar hırsının retoriğinden ibaret. Uzun bir meslek hayatının nihayetinde zirveye ulaşmış kişiler bunlar. Büyük bir güce hükmediyorlar.
Bir adım sonrası, yani ağustos ayı ise parantez içinde "em"(emekli) ibaresinin isimlerinin başına konulduğu bir boşluğa açılıyor. İşte içlerinden bazıları bu boşluğa dayanamıyor. Psikolojileri bozuluyor. Düzeltmek için darbe planlarına girişiyor. Ülkemizin selameti için bu berbat psikolojiye eğilmemiz lâzım.
Mustafa Balbay, iyi bir gazeteci. Kelimeleri tasarruflu kullanıyor. Dikkati, en kritik noktalara çevrili. Bu "iktidar hırsı"nın berrak fotoğraflarını koyuyor önümüze. Biraz da tahrik etmek için Jandarma Komutanı'na soruyor: "Ağustosta emekli oluyor musunuz?" Aldığı cevabı parantez içinde detay vererek aktarırken bizler de meselenin bütün özünü kavramış oluyoruz: "Evet, (iç çekerek) benim görev sürem doluyor... Aytaç Paşa'nın da doluyor... Bir şeyler yapmamız lâzım arkadaşlar... Bu medya çok önemli..." Evet! Görev süreleri dolan paşaların "bir şeyler" yani darbe yapmaları lâzım. Medya da çok önemli. Üstelik koskoca paşa, bu lafları "iç çekerek" söylüyor.
Sonra darbe hayalleri geliyor. Darbe isteyenlerin ortak kanaati, gelince uzunca bir süre kalmak: "Bugüne kadar 2-3 yıl kalındı yetmedi, acaba daha uzun mu kalmak gerekiyor diye düşünüyorlar." Ordu içindeki kişisel çekişmelerden detaylı olarak bilgi sahibi oluyoruz. Emekliliği gelen paşaların darbe arzusu ile yanıp tutuştuklarını anlıyoruz. Ezkaza darbeyi yaparlarsa, ele geçirdikleri iktidarı uzun bir süre kimseye kaptırmayacaklarını görüyoruz. Ama darbeden sonra ne yapacaklarını, neleri nasıl düzelteceklerini kendileri de bilmiyor. Balbay'ın günlüklerinde, darbe sonrasına dair hiçbir tasavvurun, planın yer almaması, paşaların darbeyi sadece iktidar için istediklerini gösteriyor. Balbay'ın "şöyle bir duruş paşam" dediği, üniformanın sert çizgileri ile uyumlu bir yüz ifadesi ve bu "duruş"u aşikâr kılacak bir medya desteği. İktidar (darbe) formülü bu kadar basit olunca, sonrası nasıl olsa kendiliğinden gelir diye düşünmüş olmalılar.
Diğer 'Kuvvet Komutanı'nın veciz bir şekilde özetlediği gibi basmakalıp gerekçe, retorik düzeyinde zaten hazır: "... Gidiş iyi değil. 80 yılda adım adım bir yerlere getirdiğimiz Türkiye Cumhuriyeti'nin önümüzde mum gibi eridiğini görüyorum. Buna tahammül etmek çok zor. Şu anda Türkiye'nin durumu 1920'dir. Hatta şartlar daha zordur. Bu söylediğime dikkat edin, 1920. Atatürk o dönemde ne yaptıysa bizim de onu yapmamız lâzım." Bu basmakalıp retoriğin bir darbe edebiyatı olduğunu, tekrarlayan herkese kuşku ile bakmamız gerektiğini yerleştirmemiz lâzım. Mantık yine de basit. Paşalar emekli oluyorlar. Üstelik vatan da tehlikede. O zaman gerisi teferruat. Sakin bir emeklilik yerine, ağır sorumluluklar üstlenerek vatanı kurtarmak kaçınılmaz bir görev. Tabii bunun için iktidara oturmak şart.
Mustafa Balbay'ın "darbe günlükleri", askerî darbelerin arkasındaki psikolojiye dair önemli ipuçları veriyor. Paşaların da insan olduklarını, gücü bir kere tattıktan sonra bazılarının vazgeçemediklerini anlatıyor. Giriştiğimiz yorucu laiklik tartışmalarını, vatana yönelik tehlikeleri bir kenara bırakıp bu psikolojiye eğilmeli ve çare aramalıyız. Söylediklerime ikna olmayanların önüne şöyle bir muhakeme koyalım: Bu sefer, muvazzaf paşalar dururken emekli paşalar neden darbe işine kalkıştılar? Askeriyede paşa mı kalmadı?
Genelkurmay başkanları ile diğer yüksek komuta kademesi arasında kronik hale gelen uyumsuzluğu da ancak bu psikolojiyi masaya yatırarak anlamak mümkün. Çünkü bu uyumsuzluk kişiliklerin değil, konumların eseri.
Bizim ise tıpkı Balbay'ınki gibi "şöyle bir duruş" isteme hakkımız var. Ama, demokrasiye ve hukuka yakışan bir duruş, bizim istediğimiz. Bunun için, demokratik iradeye raptedilmiş, siyasetin bütünüyle dışına çıkmış bir orduya ihtiyacımız var. Bu ihtiyaç ise her şeyden önce esaslı bir güvenlik sorunu. Darbe peşinde koşan paşaların, Türkiye'nin güvenliğini tehlikeye soktuklarını kavrayabilecek donanıma kavuşmaları lâzım.