Muhsin Yazıcıoğlu
Bu satırları yazdığım sırada "Artık ümit kalmadı" deniliyordu; Muhsin Yazıcıoğlu helikopter kazasında hayatını kaybetmişti. Kimdi o? Çok tarifler yapılabilir. Bence gerçekten iyi bir Türkiye'liydi. Onda politikacı ahlâkı değil, İslâm ahlâkı vardı. Doğruydu dürüsttü, faziletliydi, şeffaf ve temiz bir siyasetçiydi. O zaten siyasete benlik, şöhret, ikbal ve servet için girmemişti. İnançları ve ideallerine hizmet için giymişti o ateşten gömleği.
Ahlâklı, faziletli, değerli bir kimseydi ama büyük bir kusuru vardı: Parasızdı. Siyaset çarkının parayla döndüğü bir ülkede bu ne demektir bilir misiniz? Sadece siyaset değirmeni mi parayla dönüyor?.. Para her şeyin muharrik gücü...
İnançlı ve doğru bir Müslümandı, ibadet vazifelerini yerine getirirdi. Bunlardan bir rant elde etmeyi aklının köşesinden geçirmezdi.
Ahlâklı ve faziletli yaşadı ve öyle öldü.
Garik-i deryâ-yı rahmet olsun.
Neş'enizi Kaçıracak Bir Haber
Yine neş'enizi kaçıracak bir konuya temas edeceğim: Beklenen deprem. Bir uzman birkaç hafta önce uyardı: Marmara'daki su çekilmeleri gel git hareketi değilmiş... Karada, denizde çok alâmetler belirmiş...
Artık kanıksadık, bu gibi haberler bizi pek ilgilendirmiyor.
Başka konular var: Seçimler...Yolsuzluklar...Çekişmeler... Rezaletler ve cinayetler...Başı testereyle kesilen kız hadisesi varken şimdi deprem konuşulur mu?
Altı ay kadar önce, Japonya'dan resmî davetle gelen bir deprem uzmanı ne demişti: İstanbul'daki binaların yüzde 65'i yıkılacak. Hattâ, yeni yapılan sözde dayanıklı binaların bir kısmı da...
Kaç defa yazdım, tekrar edeyim. İstanbulFatih'teki meşhur Akdeniz Caddesi'ndeki bütün binalar teker teker muayene edildi ve neticede, o koskoca caddedeki üç bina dışında gerisinin 7 küsur şiddetindeki bir depremde yıkılacakları ortaya çıktı. Çıktı da ne oldu? Tedbir falan alındığı yok. Hayat devam ediyor, eski hamam eski tas.
Karıncalar bile depremden önce yuvalarından kütle halinde çıkıyormuş. Başta sorumlular olmak üzere bizde karınca kadar akıl kalmamış.
Deprem Dede ne demişti: Deprem beklentisi ve tehdidiyle birlikte yaşamaya alışmalıyız...
Artık iyice alıştık.
İnşaallah olmaz. Olursa, sağ kalan rantçılara büyük fırsatlar doğacak.
Ya yağmacılar?..
20'nci asrın başlarındaki büyük San Fransisco zelzelesinden sonra yağmacılar harekete geçmiş. Devlet karar almış, yağma yaparken yakalananlar, hemen ayak üstü bir mahkemede yargılanıp ilk elektrik direğine asılmış.
Sanatını Yitirmiş Toplum
Liselerde mutlaka iyi okutulması ve öğretilmesi gereken bir bilgi dalı vardır. Estetik... Bizde mantık okutulmadığı gibi, estetik de okutulmuyor. Yeni nesillere doğru dürüst estetik okutulmuş olsaydı, Türkiye bu kadar çirkinleşmezdi.
Medeniyetin üç temel boyutundan biri güzellik, sanat, insana haz ve zevk veren şeylerdir.
Beyoğlu'na bakıyorum, üslubunu beğenseniz de beğenmeseniz de Sultan Abdülhamid devrinden kalan binalar daha güzel, daha haysiyetli. Yeni binalar çirkin.
Osmanlı'nın son yıllarında yapılmış olan Sultanahmet hapishanesine (DersaadetCinayet Tevkifhanesi) bakınız; ne kadar güzel, ne kadar sanatlı. Hiçbir kurul, bu binanın yıkılmasına rapor veremez.
Sağmalcılar'da modern bir cezaevi vardı. Tahliye edildi ve geçenlerde yıktılar. Niçin? Hiçbir mimarî ve sanat değeri yoktu.
İyi, vasıflı, güçlü bir toplumun aynı zamanda doğru/dürüst ve güzel olması gerekir.
Mimarlıkla ilgili eserler, binalar, evler, resmî yapılar güzel olacak.
Şehirler güzel olacak.
Yollar güzel olacak.
Kılık kıyafet güzel olacak.
Bahçeler, parklar güzel olacak.
Deniz kenarları güzel olacak.
Kaldırımlar güzel olacak.
Velhasıl her şey güzel olacak.
İstanbul'da dev gökdelenler yapılıyor. Bunların hiçbiri korunma altına alınmıyor. Gerekirse yıkılır ve yerine yenisi yapılır. Niçin korunmuyor bu binalar? Çünkü güzel değiller, sanatlı değiller.
Okullarda sosyoloji okutuluyor da (doğru dürüst okutulsa bari...) niçin mimarlık okutulmuyor? Sosyoloji henüz oturmamış bir bilgi dalı. Mimarlık ise insanlık kadar eski ve köklü.
Güzel giyinmek, güzel görünmek için bilhassa kadınlar avuç avuç para harcıyor, çırpınıyor. Acaba gerçekten güzel olabiliyor, güzel görünebiliyorlar mı?
İstanbul'da oldukça büyük tarihî bir camiye gidiyorum. Mihrabın sağında ve solunda iki saat asılı. Tahtakale'de 15-20, bilemediniz 25 liraya satılan iğrenç, çirkin, zevksiz, sanatsız işporta saatleri. Pilli saatler. Zevk-i selim sahibi bir Müslüman bu berbat, ucuz saatleri affedersiniz helâsına bile asmaz. Kim asıyor bunları camilerin kıble duvarlarına?Üstelik de bir tane değil, iki tane.. Simetrik olsun!
Kim ne derse desin, Türkiye sanatını, estetiğini, güzelliğini yitirdi. O canım sahillerimizi ne hale getirdik. Gürcistan'a kadar uzanan o Karadeniz sahil yolu ne iğrenç bir yoldur. Daha yukarıdan yapılsaydı da, denizin mavisi ile karanın yeşili arasına o iğrenç katranlar dökülmeseydi olmaz mıydı?
Dilimiz de estetiğini yitirdi.
Ucuz hacı seccadeleri niçin bu kadar zevksiz? Makinede dokunurken biraz zevk, sanat katılsa; Selçuklu, Beylikler, Osmanlı motiflerinden ilham alınarak üretilse...
Ürettiğimiz otomobiller, dizayn bakımından sanatlı mı?
Latin yazısını (Türk yazısı değildir) ne kadar çirkin yazıyoruz. Şu koskoca İstanbul'da Latin harfleriyle sadece 20-30 güzel kitabe vardır ancak. Onlar da Hattat Hamid'in, Profesör Emin Barın'ın, Savaş Çevik ve birkaç sanatkârımızın yazılarıdır.
Güzel olmayan şeyler iyi değildir.
Bugatti ne demiş? "Güzel olmayan bir otomobil iyi bir otomobil değildir."
Mimarlığın babası Vitruvius şöyle diyor: "Bir yapıda üç şey lazımdır. Sağlam olacak, kullanışlı olacak, güzel olacak."
İstanbul'da, Bizans'tan ve Osmanlı'dan kalan binalar olmasa, şehir bir beton çöplüğüne dönüşür.
Maziye sövüp sayanlar niçin Ayasofya, Süleymaniye, Sultanahmet gibi anıtlar dikemediler?
Küfür etmek kolaydır ama güzel eser vermek zordur.
Küfürbazların modern sarayları, Devlet-i Aliye'nin Sultanahmet Hapishanesinin ayaklarına su dökemez.
Kültürümüzü yitirdik.
Ahlâkımızı yitirdik.
Sanatımızı yitirdik.
Bunları yeniden kazanmak için neler yapıyoruz?