Başı açıklara baskı olacak mı?
Hazırlanan yeni Anayasa taslağında, üniversitelerde başörtüsü -ya da türban- yasağını kaldıran maddelerin yer alacağının belli olması, bitmeyen tartışmayı yeniden alevlendirdi.
Hâlbuki yapılan bütün anketlerde yüzde 70 gibi bir çoğunluk; "başın kapalı olması laiklik karşıtlığı olarak anlaşılamaz" görüşünü savunuyor. Bunun anlamı çok açık. Toplumun böyle bir sorunu yok. Birileri ısrarla bir türban sorunu çıkarma, bir kutuplaşma ve gerilim peşinde.
Meselenin AK Parti ile ilgili tarafı şu: Türbanlılar giderek çoğalıyor. Çünkü AK Parti iktidarı buna fırsat veriyor, teşvik ediyor. Bir rövanş duygusu giderek kuvvetleniyor. Bu aynı zamanda bir hesaplaşma ve nefret duygusudur. Nitekim geçenlerde İstanbul'da İstiklal Caddesi'nde bir türbanlı kız bir komünist gazeteyi satarken görüldü. Fotoğrafta gözlerine dikkatle bakılırsa nefretin büyüklüğü de açıkça okunuyor.
"Öyleyse bu kız kimden nefret ediyor?
Elindeki gazeteyi dikkate alırsak, "hâkim sınıflardan", "burjuvaziden".
Başındaki türbana bakarsak, "laiklerden"...
AKP'nin yarattığı yeni iklimde, türbanlı sayısı artıyor."
Şimdi insaf edilsin tek bir fotoğraftan, bir tek kişiden hareketle bu kadar kesin sosyolojik yargılara varmak doğru mu? Şuurlu bir Müslüman, hayırlarda ve güzelliklerde yarışma ve kötülüklere engel olma yolunda çalışacağına; yıkılmış, yerle bir olmuş bir ideolojinin emrine niye girsin? Ya bu bir mizansense? Her Ramazan'da da bir oruç dayağı haberi uydurulmuyor mu? Topluma asıl nefreti, rövanş duygusunu, kini, çatışmayı böyle yaklaşımlar pompalamaz mı?
Her inancın, her fikrin radikalleri vardır. Ama aslolan "makul çoğunluk"tur. Türkiye'de makul çoğunluk din üzerinden siyaset yapılmasına geçit vermediği gibi, dine karşı tavır alanlara da bugüne kadar geçit vermedi. Yine vermeyecektir.
Bakınız üniversitelerde başörtüsünün serbest bırakılmasıyla ilgili olarak yeni bir iddia daha ortaya atılıyor: "Başları açık olanlar çok ciddi baskılara maruz kalacaklar, tehdit edilecekler. Mahalle ve arkadaş baskısı meşrulaşacak..."
Başını inancı gereği örtenler için bundan daha kötü bir şey olabilir mi? Hoşgörüyü, herkesin konumuna saygıyı savunan dindar insanlar, baskı yolunu seçerse kendilerini inkâr etmiş olmazlar mı? Bindikleri dalı kesmezler mi? Bundan böyle kime inandırıcı olabilirler?
Evet, böyle endişeler taşıyanlar olabilir. "Türkiye'nin hâlâ nereye doğru gittiğini kimse bilmiyor" diye kaygılananlar olabilir. Çünkü bizim toplumumuzda bugün en büyük sorunlardan birisi güven kaybıdır. Dünyada birbirine güven duymayan toplumların başında biz geliyoruz. Ailede güven kaybı var, arkadaşlar arasında var, iş hayatında var, sokakta var, devletin kurumları arasında var. Onun için hâlâ en büyük fişleme bu ülkededir. Bir de fısıltı fişlemeleri var. Kaş göz işaretleriyle "bizden değil, öbür taraftan" ikazları ne biter ne tükenir... Bu güvensizlik zaman zaman paranoyaya dönüşüyor. Hayatı kendimize zehir ettiğimiz gibi, herkese zehir ediyoruz. Ne kendimiz rahat ediyoruz, ne başkalarına rahat veriyoruz.
Türkiye'nin teminatı makul çoğunluktur. Dinin özünü savunan, Anadolu Müslümanlığı yorumunu benimseyen, farklılık içinde birlikte yaşamayı, insana saygının gereği kabul eden büyük çoğunluk, bu ülkenin huzurunun, iç barışın en büyük teminatıdır.
Ya birbirimize güveneceğiz, ya da vehimlerle birbirimizin kuyusunu kazmaya devam edeceğiz. Güvenin yolu ise hukukun üstünlüğünü ve özgürlüklerle kuvvetlenmiş demokrasiyi savunmaktan geçiyor. Hepimiz için soru basit: Gerçekten demokrat mıyız?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.