Bir Müslümana neler lazımdır?
BİR Müslümana belli başlı neler lazımdır, bunları sıralamak istiyorum:
(1) Öncelikle iman lazımdır. Bu imanın, “boğazdan aşağıya inen”, kalpte olan gerçek, kesin, samimî ve geçerli bir iman olması gerekir.
(2) Din yani İslâm lazımdır. Bunun hüküm ve öğretileri İlmihal dediğimiz din bilgisi kitaplarında yazılıdır.
(3) Yüksek ahlâk, yüksek karakter, fazilet, hikmet lazımdır.
(4) Allah’ın, Peygamber vasıtasıyla insanlığa göndermiş olduğu Kur’ân-ı Kerîm’i düstur olarak kabul etmek ve onun hükümlerine uymak, öğütlerini tutmak, çizdiği sınırları aşmamak gerektir.
(5) Peygamberi (salat ve selam olsun O’na) tasdik etmek, O’nu kendisi ve bütün insanlık için en büyük örnek ve model olarak kabul etmek, O’na biatlı olmak gerektir.
(6) Fıkıh ve Şeriat lazımdır. Çünkü, Allah’a karşı ibadet vazifelerini ve dünya muamelelerini ancak fıkıhtan öğrenebiliriz.
(7) Ümmet şuuru lazımdır. Allah bütün mü’minleri kardeş kılmış ve Muhammed Ümmeti yapmıştır. Ümmet şuuruna sahip olmayanlar menfi kavmiyetçilik çukurlarına ve tefrikaya düşerler ve zelil olurlar.
(8) Adalet lazımdır. Yüce Allah kullarına adaletli olmalarını kesin şekilde emr etmiştir. Kendi aleyhimizde, babamızın, kardeşimizin aleyhinde de olsa yalancı şahitlik yapmamamız, adil olmamız bildirilmiştir.
(9) Mukallid Müslümanların mezhep sahibi olmaları gerekir. Çünkü onların ilmi, kendi başlarına Kitab’tan ve Sünnetten dinî/şer’î ahkâm çıkartmaya yetmez.
(10) Zamanındaki İmam-ı Kebir’e yahut Emîrü’l-mü’minîne biatlı olmak lazımdır. Resûl-i Kibriya Efendimiz. “Zamanındaki İmama biat etmeden ölen kimse sanki cahiliyet ölümü ile ölmüş” buyurmuşlardır. Ne büyük tehdit ve uyarı.
(11) Sevad-Azam (Büyük karaltı, büyük cemaat, ana cadde) içinde olmak lazımdır. Peygamberimiz aleyhisselam “Ümmetim içinde bir ihtilaf çıkarsa siz sevad’ı azamda olunuz” buyurmuşlardır.
(12) Tefrikadan, nifak ve şikaktan, fitne ve fesattan kaçınmak, uzak olmak lazımdır.
(13) Takva yani Allah’tan korkmak, yasaklarından kaçınmak, emirlerini yerine getirmek niyetine, azm ve cehdine sahip olmak lazımdır.
(14) Peygamberi (aleyhisselam) kendi canından, çoluk çocuğundan daha fazla sevmek ve korumak lazımdır.
(15) Elinden ve dilinden Müslümanların emin (güvende) olması lazımdır.
(16) Dünya tuzaklarına düşmemek, şeytanın hilelerine kanmamak, dünyanın bir sınav yeri olduğunu bilmek; dünya için orada ne kadar kalacaksa, ahiret için orada ne kadar kalacaksa o nisbette çalışmak gerektiğini bilmek lazımdır.
(17) Kötülükle çok emr edici olan nefs-i emmaresi ile büyük cihad yapmak lazımdır.
(18) İstikamet (doğruluk, dürüstlük) lazımdır. Kur’ân-ı Kerîm’in Hûd süresinde “Sana nasıl emr olunduysa öylece dosdoğru ol” buyurulmaktadır. Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem bu ayet geldikten sonra “Hûd süresi beni kocalttı” buyurmuşlardır.
(19) Harbî kâfirlere karşı sert, Müslümanlara karşı yumuşak ve şefkatli olmak lazımdır.
(20) Kâfirleri dost ve veli (idareci) edinmemek lazımdır.
(21) Kur’ân-ı Kerîm’de, Peygamberin Sünneti’nde, şeriatta, ahlâk-ı islâmiyede belirtilen salih amelleri elden geldiği kadar işlemek lazımdır.
(22) İnsanların, öldükten sonra zamanı gelince tekrar diriltileceklerine, bir Mahkeme-i Kübra’da (Ulu bir mahkemede) dünyada yaptıklarından dolayı hesap vereceklerine, Cennet ve Cehenneme iman etmek ve bu hesaba hazırlanma şuuruna sahip olmak lazımdır.
Yukarıda saydığım şeyler zaruri, çok lüzumlu, çok faydalı şeylerdir.
Çok faydalı olup da zarurî olmayan şeyler de vardır. Meselâ bir Müslümanın ille de şu veya bu tarikata veya cemaate dahil olması gerekmez. Tasavvuf ulularından Niyazî-i Mısri hazretleri (Allah onun sırlarını takdis buyursun) tasavvufla ilgili küçük bir risalesinde bir Müslümanın tarikata girmeden de ebedî saadeti kazanıp Cennete girebileceğini yazıyor. Tarikat elbette çok güzel, çok faydalı, çok mübarek bir kurumdur. Lakin, bir nasib meselesidir. Nasibi yoksa girmez. Şeriatın emirlerini yerine getirir ve yine kurtulur.
Peygamberimiz “Ashabım yıldızlar gibidir. Hangisine tabi olursanız doğru yolu bulursunuz” buyurmuşlardır. Bu devirde yaşayan gerçek şeyhler, gerçek mürşid-i kamiller (sahtelerinden Allah korusun!) de böyledir. Hangisinden el alınır, hangisinin eteğinden tutulursa inşallah selamete ve felâha kavuşulur. Bütün Müslümanların bir tarikata, bir cemaate, bir topluluk içine girmesini istemek ve bu yolda genel davet yapmak yanlıştır.
Peygamberimiz aleyhisselam “Ümmetimin çeşitliliği (ihtilafı) geniş bir rahmettir” buyurmuşlardır. Türkçede ihtilaf kelimesi olumsuz bir mana taşıyor. Arapçada çeşitlilik demektir. Fıkıhta dört hak mezhep olması, onlarca tasavvuf tarikatı bulunması, Ümmet içindeki olumlu meşreb farklılıkları (bunlar Şeriatın kesin hükümlerine aykırı olmamak şartıyla) bir genişliktir, bir rahmettir. Bütün Müslümanların aynı meşrebten olmasını istemek ve böyle bir şey için çalışmak yanlıştır. Ashab’ı kiram (radiyallahu anhüm ecmain) hazeratına bakalım, meşrebleri ne kadar çeşitliydi. Bugünkü Müslümanlar için, olumlu olmak ve şeriata aykırı bulunmamak şartıyla meşreb çeşitliliği bir güç ve zenginlik kaynağıdır.
Hazret-i Mevlânâ ile İmamı Birgivî aynı meşrebte değiller. Ama ikisi de lazım.
Müslümanlar için zararlı olan şeyler de var. Bunların başında hizib, fırka, cemaat, tarikat, klik, grup asabiyeti gelir. Bu asabiyet kelime ve kavramını İbn Haldun çok kullanmıştır. Bu asabiyet Müslümana mantığa aykırı işler yaptırır.
Mensup olduğu cemaati din ile özdeşleştirir.
Parçayı bütün gibi görür.
Bütünü parçanın içine sıkıştırmaya, sığdırmaya çalışır.
Başka meşreblerde, cemaatlerde olan din ve iman kardeşine “bizden olmayan” Müslüman gözüyle bakar.
İşte bu asabiyet ve bu taassup, çeşitliliği olumsuz ve zararlı hale getirir.
Bir Müslümanın kalbinde iman olduğu müddetçe o bizim mutlak olarak kardeşimizdir. Onun kalbinde iman olduğunu nasıl biliriz? Yetkili ve selahiyetli bir müftü küfrüne fetva vermedikçe ve bu fetva kaziye-i muhkeme haline gelmedikçe kişi mü’mindir.
İslâm dininin hükümlerine ve öğretilerine göre sadece Peygamberler masumdur. Yani ismet (günahtan korunmuş olmak) sıfatına sahiptir. Peygamberler dışındaki mü’minler hatâ yapabilir, yanılabilir. Fıkhın babası olan İmamı Azam Ebu Hanife hazretleri bile yanılabileceğini söylemiştir.
Bu devirde birtakım din baronlarını, taraftarları masummuş gibi gösteriyor. En saygılı şekilde ve yumuşak bir üslupla da yapılsa hiçbir tenkidi kaldırmıyorlar.
Hazret-i Ömer halife olunca Mescid-i Nebevi’de minbere çıkmış ve bir hutbe okumuş. “Ben Allah’a ve Resulüne itaat edersem siz de bana itaat ediniz. Etmezsem, bir yanlış yaparsam...” derken oradaki sahabelerden biri ayağa kalkmış ve “O zaman biz seni kılıçlarımızla doğrultmayı biliriz” demiş.
İftira ve hakaret etmeden olumlu tenkitler ve uyarılar yapmak, Ümmet işlerinin iyi yürümesi ve hatalardan korunmak için gerekli olan bir vazifedir. Ümmet içinde denetim, kontrol, murakabe, uyarı olmazsa kokuşma başlar.
Bendeniz bu sütunlarda kendi meşrebime göre faydalı yazılar kaleme alıyor, olumlu tenkitler yapıyor, uyarılarda bulunuyorum. Sadece yazdıklarımdan sorumluyum.
Yazmadığım şeylerden niçin sorumlu olayım? Bir hatam olursa, dinî ve ilmî gerekçeleri açıkça gösterilmek şartıyla bildirilirse memnun olurum. Meselâ bu yazımın başında 22 madde sıraladım. Bunlara itirazı olan yazsın... Gerekçelerini ilave etmeyi de unutmasın.
Selâm ve hürmetlerimle...