CHP’nin geçmişi ve geleceği üzerine
Seçim döneminin siyasi üslubunu “seviyeli” bulmadığımı öncelikle ve üzülerek bir kez daha ifade etmek isterim…
Bununla birlikte, Başbakan Sayın Erdoğan’ın, İsmet Paşa’nın “Milli Şef” yönetiminden kalma ekmek karnesini kürsüden sallayarak, “CHP’nin geçmişinde kıtlık, karne, yokluk ve yoksulluk var” demesi, sonraki CHP iktidarları döneminde de tekrarlanmış bir olgudur…
Eskilerimiz, CHP iktidarını “Geldi İsmet (CHP Genel Başkanı İsmet İnönü) kesildi kısmet” tekerlemesiyle ifade özetlemişlerdi. Çünkü geçmişte yaşadıkları CHP iktidarı yokluk, kıtlık, açlık, baskı, şiddet, zulüm, imamsızlık, ezansızlık anlamına geliyordu…
Halkın, ilk özgür seçimlerin yapıldığı 14 Mayıs 1950’den bu tarafa, CHP’yi “kendi hür iradesi”yle iktidara getirmemesi (darbe şaşırtmacaları başka konudur), CHP’nin bu geçmişiyle ilgilidir.
Ecevit’li CHP döneminde bu geçmiş tekrarlanmış, CHP’nin 978 iktidarında yokluk, kıtlık, kuyruk ve hatta karne (akaryakıtta) devri hortlamıştı.
Sayın Baykal’ın bu konulara ilişkin olarak öne sürdüğü mazeretler ise geçerli olmaktan uzaktır. Kıtlığı, açlığı, karneyi “savaş yılları” diye geçiştiremezsiniz. Hele, “O yıllarda Almanya ve İngiltere bile ekmeği karneye bağlamıştı. Bunun için İsmet İnönü’ye kimse laf söyleyemez, ülkeyi savaşa sokmadığı, çocukları babasız bırakmadığı için herkes ona şükran duymalıdır” diyerek işin içinden çıkamazsınız. Bu izah tarzı, daha sonra bir şekilde iktidara gelen CHP hükümetlerinin tescilli başarısızlıklarını örtmeye yetmez!
Hatırlayalım: Baykal, Bülent Ecevit başbakanlığında kurulan CHP-MSP koalisyon hükümetinde (1974) Maliye Bakanı idi, ama ortada onu hatırlatacak bir eser yok.
Yine 1978’de kurulan 3. Ecevit Hükümeti’nde (hani şu yokluklar ve kuyruklar devrini hortlatan “Yeni CHP” iktidarı dönemi) Baykal, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı idi. Aynı dönemde başta Başbakan Ecevit olmak üzere tüm bakanlar ve personel, yakıtsızlıktan dolayı yakılamayan kaloriferler yüzünden bakanlıklarda paltoyla çalışmak zorunda kalmışlardı.
Hatta Marsilya’ya gitmekte olan bir tankerin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakan’ı Deniz Baykal’ın emriyle Türkiye’ye yöneldiği gerekçesiyle Baykal’a şapka çıkardığını yazan Hasan Pulur ustamız, bunun söylentiden ibaret çıkması üzerine, şapkasını yemişti!
Sayın Baykal, ayrıca, 30 Ekim 1995 tarihinde kurulan DYP-CHP koalisyon hükümetinde Başbakan Yardımcılığı ve Dışişleri Bakanlığı gibi çok önemli görevler üslendiği halde, ortada, o görevlerine ilişkin olarak bir başarı öyküsü yoktur.
Ayrıca neredeyse aklı erdiği günden beri Türkiye Büyük Millet Meclisi üyesidir. Hatırlayamadığım tarihten beri de Genel Başkan’dır. Buna rağmen ortada ne kişisel, ne de parti boyutunda bir başarı mevcuttur. Geçmişinde bir başarı öyküsü bulunmadığı için de Başbakan’ı zorlayamıyor. İsmet Paşa, ya da Ergenekon savunmaları yaparak prim toplamaya çalışıyor.
Bence Baykal, hazır CHP oyları hafiften kıpırdamışken, ilk kez cesur davranıp partisinin geçmişiyle yüzleşmeyi göze almalı, en azından, başarısızlık ve beceriksizlik âbidesi olarak tarihe geçen “Milli Şef” dönemini savunmaktan vazgeçmelidir.
Çünkü o dönemin alâmet-i farikası yalnızca yokluk, yoksulluk, kıtlık, karne değildir. O dönem bunlardan çok daha vahim olaylarla birlikte hatırlanmaktadır. Bunların başında da zulüm, baskı, şiddet ve toplum ekseriyetinin “dinsizlik” olarak algıladığı bazı uygulamalar gelmektedir.
Düşünün ki, eski CHP Türkiye’sinin hemen hiçbir köyünde (hatta bazı il ve ilçelerinde) yol yok, su yok, elektrik yok, okul yoktur… İstanbul hariç hiçbir kentinde havaalanı yoktur… (Sadece İstanbul’da avuç içi kadar bir meydan mevcuttur, ancak o da 1912 yılında askeri amaçla yapılmıştır, yani CHP’nin eseri değildir). Hiçbir anlamda Türkiye’nin sanayii yoktur. (Kurşun kalem bile Çekoslovakya’dan geliyordu). Türkiye’nin denizlerinde 1950’ye kadar doğru dürüst liman mevcut değildir. (Bir denizcinin oğlu olduğum için bunu çok iyi biliyorum).
İşin en acı tarafı ise “yok”ları “var” etme konusunda mantıklı, kararlı ve tutarlı hiçbir girişimin olmamasıdır. Böyle bir Türkiye’de, üstüne üstlük, Ezan-ı Muhammedi (yani Bilâl-i Habeşi’nin okuduğu gibi ezan) yasaklanmış, hac yasaklanmış, Kur’an eğitimi almak, ya da vermek yasaklanmış, camilerin önemli bir kısmı yıkıma terk edilmiş, bir kısmı satılmış, bazıları kiraya verilmiş (hatta CHP merkezi olarak kullanılmış), gazetelere “Dinden bahsetmeyin” anlamında genelgeler gönderilmiş, ders kitaplarında “Muhammed’in düşüncelerinin toplu olduğu kitaba Kur’an denir” (950’ye kadar okutulan “Tarih II” isimli ders kitabında aynen böyle yazıyor) türünden inkâr fırtınaları estirilmiştir.
Yani kürsülerden sadece ekmek karnesi sallamakla eski CHP anlatılamaz. O kadarla yetinirseniz itirazı hak edersiniz. Nitekim sadece Sayın Baykal değil, bazı köşe yazarları da “savaş” filan gerekçesiyle ekmeğin karneye bağlanması olayının miting meydanına getirilmesine itiraz ettiler.
Oysa Türkiye İkinci Dünya Savaşı’na girmemişti. Bunu İsmet İnönü 950 genel seçimleriyle sonraki seçimlerde doludizgin kullandı. “Sizi ekmeksiz bıraktık, ama babasız bırakmadık” yazılı afişler bastırdı. Ancak bu savunma hiçbir işe yaramadı. “Açlıktan ölmektense savaşta şehit olmak evlâdır” diyenler karşısında susmak zorunda kaldı.
Kaldı ki, savaş dehşetini Türkiye değil Almanya, Japonya, İngiltere ve Fransa yaşadı. Bu ülkelerden Japonya, iki atom bombası yemesine rağmen, hiç karne uygulamasına gitmedi. Almanya, İngiltere ve işgal altındaki Fransa ise sadece son sene (1944) ekmeği karneye bağladılar.
Türkiye’ye gelince: Türkiye savaş öncesinde zaten açtı; savaş sırasında ise açlıktan öldü!
Bu yüzden CHP tuzu kuru vatandaşların partisi…
Yine bu yüzden sayfiye (sahil kesim) partisi…
CHP’nin temel sorunu Genel Başkanlık (ya da üst düzey yönetici) sorunu değil, geçmişini iyi okuyup okumama sorunudur.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.