Hangi Değerlere Hizmet Edilmeli?
Şunu iyi bil ki, nefs-i emmâren için çalışırsan imtihanı kazanamazsın. Akıllı, firasetli, hikmetli, kârını ve zararını bilen bir Müslüman şu dokuz şey için çalışır, bunlar için hizmet eder.
Din için... İman için... Kur'ân için... Resûlün Sünneti için... Şeriat için... Fıkıh için... İslâm ahlâkı için... Ümmetin salahı için... İmamet-i Kübra için...
Gerçek ve olgun Müslüman şu altı şey için çalışmaz:
Gerekenden fazla dünya için... Kendi nefsaniyeti ve benliği için... Riyaset için... Şöhret için... Fanilikler için... Para, mal ve servet için... Akıllı ve firasetli Müslüman gaye ile vasıtaları birbirine karıştırmaz.
Tarikatlar, şeyhler, cemaatler, vakıflar, hizipler gaye değil, vasıtadır.
Şeyh gerçekten şeyh ve büyük adam ise onun övgüye, şöhrete ihtiyacı yoktur.
Bizden önceki nice ümmetler ruhbanlarını, din büyüklerini erbab (rabler) haline getirip putlaştırdıkları için helâk olmuştur.
Gerçek alimlere, gerçek şeyhlere, kâmil mürşidlere hürmet edilir, onlar sevilir ve sayılır ama asla putlaştırılmaz.
Kendisinin erbab haline getirilmesinden hoşlanan, buna ses çıkartmayan ve engellemeyen kişi şeyh değildir.
Pavlos'un cemaati, Hazret-i İsa Efendimizi tanrılaştırdıkları için sapıttılar.
Müslümanların içinden bir taife Hazret-i Ali kerremallahu vecheh efendimizi te'lih ettikleri için doğru yoldan çıktılar.
Büyüklerimize, maneviyat sultanlarına, ilim ve irfan güneşlerine alabildiğine hürmet, alabildiğine sevgi... Lakin asla putlaştırmamak.
Yukarıda hizmet edilmesi gereken 9 değerden bahs ettim. Bunlara hizmet eden izzet ve necat bulur. Bunlara muhlisen lillah hizmet etmeyip de, hizmet edilmemesi gereken şeylere hizmet eden rezil, zelil, sefil, müflis olur.
Pembe pembe pespembe...
Bazı vatandaşlar yazılarımdan memnun değiller, "Çok karamsarsın, huzurumuzu kaçıran yazılar kaleme alıyorsun" diye tenkit ediyorlar.
Karamsarlığı kabul etmem, neş'eli bir insanım... Huzur kaçırmak konusuna gelince, elhak doğrudur.
Karamsar ve ümitsiz değilim, gerçekçiyim. Ülkedeki, toplumdaki kötülükleri, fesadı, bozukluğu görüyorum.
Ben bir Müslümanım, ölçülerim İslâmî ölçülerdir. Dinsiz bir kişi şarap içilmesinden rahatsızlık duymaz, aksine memnun olur. Ben olmam.
Geçenlerde Kadıköy'üne gitmiştim. İskele civarında akşam vakti ortalık muazzam bir meyhaneye döndü. O bölgeyi kitapçıları, antikacıları, yemek yiyecek güzel ve kaliteli mekanları, şehirli halkı takdir ederim. Kadıköy İstanbul'un en medeni ve kültürlü yeridir. Lakin madalyonun öteki yüzü de vardır. Ahlâk bakımından çok bozulmuştur. Bunu görmek, bunu söylemek karamsarlık olmaz.
Militan bir ateist, militan bir İslâm düşmanı ülkede günah işlendikçe sevinir, uygarlaşıyoruz der. Ben aksini söylerim. Sokaklarda, nakil vasıtalarında, parklarda, kalabalık yerlerde herkesin ortasında sevişilip öpüşülmesinden hoşlanmam. Çağdaşlar hoşlanabilir. Bu konuda ölçülerimiz değişiktir.
Türkiye'nin gidişatını niçin beğenmiyorum?
1. Ülkenin temizlik ve saydamlık notu çok kırıktır.
2. Rüşvet, haram rantlar, kokuşma, ihalelere fesat karıştırma, bin türlü çetecilik yaygın hale gelmiştir.
3. Başta siyaset olmak üzere her sahada, her kesimde kirlilik vardır.
4. Büyük miktarda kara ve kirli para birikimi vardır.
5. Halkın ve bilhassa gençliğin sağlığını tehdit eden içki ve uyuşturucu yaygınlaşmaktadır. Fuhuş, zina, ahlâksızlık korkunç boyutlara ulaşmıştır.
6. İffet ve haya şişeleri taşa çalınmıştır.
7. Cinayetler çoğalmıştır.
8. Emanetler ehline verilmemektedir.
9. Çocuklarımız, gençlerimiz iyi eğitilmemekte, iyi yetiştirilmemektedir.
10. Zengin ve varlıklı sınıflar har vurup harman savurmakta, lüks ve israf bataklıklarına yuvarlanmış bulunmaktadır.
11. Fakirler sürünmektedir.
12. Genel bir beyinsizlik ve sefahat görülmektedir.
13. Halka zararlı, zehirli, hormonlu, yüzlerce çeşit kimyevî maddeli, aromalı, boyalı bozuk gıda maddeleri yedirilmektedir.
14. Halka bol miktarda domuz eti, yaban domuzu eti, eşek eti yedirilmektedir.
15. Yukarıda saydıklarımın hiçbiri olmasa, şu "hadîslerin ayıklanması" işi bile bir Müslüman olarak huzurumu kaçırmaya, beni vahim şekilde tedirgin etmeye yeter. Hadîsler ayıklanıyor ve bu işte bir Cizvit papazı istihdam ediliyor... Ben de bu rezalet karşısında pembe yazılar yazacağım... Yağma yok!..
Evet karamsar ve ümitsiz değilim. Allah'tan ümit kesilmez.
Pembe yazılar okumak isteyenler, lütfen benim yazılarımı okumasınlar. İstediklerini yazan pembe yazarlar var, onları okusunlar, pembe rüyalar görsünler. Pembe pembe pespembe!..
Huzur içinde bekleyiş
İtalya'da deprem oldu. Deprem konusunda ileriyi görebilen, olacağını tahmin eden bir zat, halkı uyarmış, hoparlörlü kamyonlarla "Deprem olacak, tedbir alınız, evlerinizi tahliye ediniz..." diye gezmiş, feryat etmiş ama kimseye laf dinletememiş. Hattâ Başbakan Berlusconi "Deprem olmayacak" şeklinde beyanat vermiş. Uyaran adamı susturmuşlar.
Gerekçe: Halkın huzurunu kaçırıyorsun...
Nihayet deprem oldu, 6 küsur şiddetinde. Birkaç gün sonra 5 küsur dereceli artçı bir deprem daha oldu. Binalar yıkıldı, insanlar öldü, yaralılar var, büyük sayıda insan evsiz kaldı.
Ya 7 küsur şiddetinde bir deprem olmuş olsaydı?
İstanbul'da beklenen depremle ilgili üç önemli husus var.
Birincisi: Depreme alıştık, tınmıyoruz.
İkincisi: İtalya'da olduğu gibi, halkın huzurunun bozmamak, rahatını kaçırmamak için uyarmıyoruz.
Daha önce de yazmıştım, tekrar edeyim:
İstanbul Fatih'te meşhur ve kalabalık Akdeniz caddesindeki bütün binalar fennî muayeneden geçirilmiş ve resmî raporla şu korkunç gerçek ortaya çıkmış: 7 küsur şiddetinde bir depremde, üç bina dışındakiler ya yıkılacak, ya ağır hasara uğrayacakmış.
Üçüncüsü: Şu meşhur Kapalıçarşı'mız var ya, işte bu tarihî çarşı şiddetli bir depremde çökecekmiş. Çünkü uzun yıllardan beri hesapsız kitapsız altı oyulmuş, nice hesapsız kitapsız, usulsüz tadilat yapılmış.
Bunlar biliniyor ama tedbir alınmıyor.
Son büyükMarmara depreminden sonra tedbir alınmış olsaydı depremle ilgili çok hayırlı işler yapılabilirdi.
Tam tersine, kaçak inşaat bütün hızıyla devam etti.
Son seçimlerden önce dehşetli miktarda kaçak kat çıkıldı.
İtalya'daki depremden sonra Rusya'daki uzmanlardan uyarı geldi. Birçok ülkede deprem olabilir, tedbirli ve uyanık olunmalıdır.
Son on sene içinde neler yapılabilirdi?
1. Kanun çıkartılabilir, şehirdeki bütün binalar fenni muayeneden geçirilir ve depremde yıkılıp yıkılmayacaklarına dair resmî raporlar hazırlanır ve içinde oturanlara tebliğ edilirdi. Halk hiç olmazsa nasıl bir binada oturduğunu bilsin.
2. Altı, yedi şiddetinde bir depremde yıkılacağı kesin olarak anlaşılan binalar yıktırılır, yerlerine yenileri ve sağlamları yaptırılabilirdi.
Bu işler yapılmadı, onların yerine faydasız deprem toplantıları yapıldı, yüz binlerce ceset torbası alınıp depo edildi, beyanat üzerine beyanat verildi, şöyle olacak böyle olacak diye tartışmalar yapıldı.
Netice: On sene boşuna harcandı.
Şehir depremini bekliyor... Bir kısım insanlarımızın içinde bir korku, bir endişe var ama dışarıya hissettirmiyorlar.
Bir ay kadar önce Fatih ve Balat arasında eski bir bina çöktü, içinde oturanlardan İtalyan asıllı bir müzisyen enkaz altında kaldı.
Konya'daki Zümrüt apartmanını hatırlarsınız, durup dururken çöktü, yüz kadar vatandaş öldü.
Biz zaten ahlâken çökmüşüz...
Aklımız çökmüş, vicdanımız çökmüş, ahlâkımız çökmüş...