Ergenekon’dan askeri açılımına
Hayretler içinde seyrediyoruz, gelişmeleri. Olumlu ve olumsuzlukları mukayese ettiğinizde çoğu zaman memnuniyetle... Türkiye, önündeki yeni yola girmek için makas değişimi yapıyor. Hayretin sebebi tarihe tanıklık edebilmekle alakalı. Bu değişim olabileceğin en pürüzsüz, en zahmetsiz haliyle yapılmaya çalışılıyor. Yolcularına gürültüsünü hissettirmek istemeyen bir tren gibi. Tempolu ama sabit hızda hedefine doğru azimle ilerleyen lokomotif arkasında... Gürültülü patırtılı istasyonlar geride kalmış, ani duruş ve kalkışlar yerini “geliyorum gelmekteyim” nakaratına eşlik eden siren sesine bırakmış gibi. Müjdeci, uyarıcı ve kendini yeniden yapılandırıcı bir nağme bu. Makas değişimi söylendiği kadar kolay değil hiç şüphesiz. Ülkenin epeyidir bulunduğu minval üzere paralel yolda ilerlemeye benzemiyor. Kesişim yumuşakça da yapılsa eski güç odaklarını rahatsız ediyor. Olduğunca devam edilse? O da olmuyor. Paralel düzlemde kalmak bir şey ifade etmiyor. Dünyadan kopuk, bildiğini okuyan, evrensel değerlere uzak, kendince ben-merkezli kılıyor. Herkes bir tarafa giderken, bizi ters istikamete sürüklüyor bu gidiş. Veya paralellikte ızdırap çektiriyor. Ha eriştim, tuttum yakaladım dedirtirken eş düzlemde bütün olağanlığıyla sonsuza sürüklüyor. Bakıyorsunuz olduğunuz minval üzeresiniz. Hiçbir şey değişmemiş. Kırk yıl önce kırk yıl sonra. Ama çok yakınsınız olmanız gereken yere, görüyorsunuz gözünüzle. Uzansanız tutuyorsunuz elinizle. Ama orada değilsiniz. O, hiç değilsiniz.
İşte şimdi yeni bir yola girmenin eşiğinde ülke. Belki bunun ne anlama geldiğinin şimdilik pek farkında değiliz. Bir süre de olamayacağız. Her tarihsel dönüşüm gibi üzerinden geçen zamanla orantılı olarak sağlıklı değerlendirmesine imkan oluşacak bu günlerin de. Ama görüyoruz ki trenimiz durmak bilmeden ilerliyor. Peki neler sunuyor bu tren bugün bize? Sevsek de sevmesek de gücünü halkından alan bir iktidarın muktedir olma yolundaki hikayesini anlatıyor bize. Halka karşı girişilen ihtilallerin hesabını sorumlularına sorabilme ihtimalini sunuyor mesela. Düşünün bir kere. Bu ihtimalin varlığı, böyle bir alternatifin olabileceğini düşünebilmek bile yürekleri kıpır kıpır etmeye yetebiliyor. Böyle bir ülke bugünkü Türkiye.
Bu yolculuk, sessiz ama derinden yolculuk, Türkiye’de artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağının müjdesini de veriyor. “Burası Türkiye, her an her şey olabilir” iğnesinin can yakmayacağı günlere kucak açmak anlamına da geliyor bu. “Vur sırtına al lokmasını” kurnazlığının da er de olsa geç de olsa köşeye sıkışacağının habercisi oluyor. Kimsenin kimseden üstün olamayacağını, evet, olmadığını değil, bundan sonra olmayacağını müjdeliyor. Bu ülkenin Anayasasını tozlandığı raftan indiriyor, gerçek hayatla olan ilişkisini elden geçiriyor. Yani onu canlandırıyor, konuşturuyor. Şimdiyle ilişkilendiriyor. Pasif halden aktife çevirmenin egzersizini yaptırıyor. Okunmak içinlikten uygulanmak içinliğe çıkartıyor. Üç maddesi sana, beş maddesi bana olur’luktan çıkartıyor, en baştan yapılmış olması gerekeni yapmaya çalışıyor: Düzlemi eşitliyor. Önüme gelmeden, bana başvurmadan, çıkart da gel üzerinden, seni diğerinden ayıran rütbe ve makamını, şartını koşturtuyor. Bu ve benzeri girişimler de, alışılagelmişi tehdit ediyor, tabii olarak da kimilerinde huzursuzluğa sebebiyet veriyor. Sonuçta her şeye murdar dedirtebiliyor, ilerlemeyi minimize ettirirken, “ne var bunda canım bu kadar büyütülecek” dercesine yüz ekşitilebiliyor. Böylelerinin “Anjelik ben-şeytanı sen” parametrelerine endeksli dünyalarında üstünlük iddiaları sürse de, hem dünya hem ahiret onlarınmış gibi lanse edilip siyasi doğruluktan deontolojik profesyonelizme kadar her bir güzellik tapulu mallarıymış gibi ellerinde tekelleşse de önemi yok artık. Sular olması gerektiği üzre mecraında akmaya devam edecek...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.