Abdurrahman Dilipak

Abdurrahman Dilipak

Başbuğ’un mediadan çekeceği var!

Başbuğ’un mediadan çekeceği var!

İyi bir asker, çok konuşmaz. Az konuşur. Hele politik konularda hiç konuşmaz.. Demokrasi dersi vermez..
Referans gösterdiği kaynakları farklı biçimlerde de okumak mümkün. O konuya girdiğinizde de polemik başlar.. Taraf olursunuz..
Konuşmamalı idi, ama konuştu. Sonuç, iyi oldu. Çünkü bazı konuların gündeme gelmesine sebeb oldu.. Anti militer bir tartışma başladı.. Konuşmayı herkes kendine göre yonttu.. İktidar, muhalefet, DTP’liler farklı çıkarımlar yaptılar.
Sivil kesim ise, “ne oluyor” dedi..
Aslında bir Genelkurmay Başkanından beklenen şeylere hiç değinmedi.. TSK ile ilgili kamuoyundaki tartışmalar konusunda da bir şey söylemedi..
Peki niçin yaptı bu konuşmayı?
Kime ne mesaj vermek istedi?
Bana kalırsa bu konuşma kimseyi tatmin etmedi. Kemalistler de memnun değil bu konuşmadan, iktidar da, muhalefet de. Siviller de, askerler de.
Kendi içinde de çelişkileri vardı..
İddialar gerçeklerle örtüşmüyordu..
Yani o kadar hazırlık boşa gitmiş oldu..
Şunu söyleyebiliyor mu Başbuğ: “Önümüzdeki Anayasa değişikliği sürecinde GKB’nın protokoldeki yerinin yeniden düzenleneceğini, askeri yargının demokratik gelişmeler çerçevesinde yeniden düzenlenmesini, Yüksek Askeri Şura’da birtakım yeniliklerin yapılmasını, asker üyelerin YÖK ve yüksek yargıda temsili ile ilgili yeni düzenlemeler yapılmasını ümid ediyoruz.. Vicdani red konusunda da bu süreçte, dünyadaki gelişmeler ve örnekler, Türkiye’nin ihtiyaçları göz önünde bulundurularak bir an önce düzenlemelerin en kısa zamanda yapılmasını ümid ediyoruz” filan yani..
Askeri bir kişi Anayasayı, yasaları, rejimi, devleti tanımlıyor ve bu yoruma dayalı kendilerine rol biçiyor.. Bu olacak şey mi?
En doğru şeyi, en güzel şekilde söylese bile, bu yaklaşım doğru değil..
Daha önceki bildiriler, açıklamalar üslubla kıyaslandığında bu gelinen nokta daha iyi gibi de gözükse, kimse topluma ölümü gösterip hastalığı dayatamaz.. Bu iş yanlış..
Yanlışlık zaten daha işin başında vardı.. Daha akreditasyon sorununu aşamamış bir kurumun başka konularda söz söylemesi ne derece inandırıcı olabilir ki?
YAŞ kararlarını bile yargıya açmayı içine sindiremeyen bir yapı var karşımızda.. Darbecilerin köşe başlarını tuttuğu ve hâlâ kendi içinde bir mıntıka temizliğine yanaşmayan, bu konuda yargıya yardımcı olmak şöyle dursun, bazı özel sanıklara açık destek vererek yargıya dolaylı şekilde engel çıkartan bir kurumdan söz ediyoruz..
Halkı ile o kadar bütünleşmiş, ama gazetecisini sivil olup, akredite olmadığı için dağda yalnız başına bırakan bir anlayıştan söz ediyoruz!.
Bu yapı şehid cenazeleri ile yemin törenleri arasındaki tutum farkının bile mantıkî temellerini rasyonel ölçütlere dayandıramazken nasıl pozitif bilimden, anayasal eşitlikten söz ediyor olabilir?...
TSK’nın önce kendi gerçekleri ile darbe ve çetelerle yüzleşmesi gerek..
TSK arşivlerindeki bu ülkenin geçmişi ve bu günü ile ilgili derin gerçeklerinin ortaya çıkartılması gerek. O belgelerin bir bölümü, ulusal güvenlikle değil, Türkiye’nin derin gerçekleri ile, faili meçhullerle ilgili olsa gerek..
Hani derler ya “yarım doktor candan, yarım hoca dinden eder” diye, yarım demokrat da ülkeyi adaletten, barıştan, özgürlükten eder herhalde. Onun için yarım porsiyon demokrasi olmaz. Birilerinin bunu görmesi gerek. Şeriatsız İslam, Ali’siz Alevilik, halksız demokrasi olmaz!
“Faili meçhullerin kuyulara atıldığı iddialarına Yıldırım Beğler tüyler ürpertici bir boyut getiriyor: Kuyu salakların işiydi. Jandarma bölüğünün içinde bir kalorifer dairesi vardı. Oraya atardık, kalan küllerin yerini ben bilirim..” şeklindeki haberlere konu iddiaların gerçek olmadığı bir Türkiye, bu iddiaların gölgelemediği bir TSK istiyoruz.. Başbuğ bize bunun nasıl olacağını anlatmalı.. Bize GATA demokrasisini anlatmalı, eğer anlatabiliyorsa.. Ya da burada yaşananlara bir dur demeli.. Ersöz’le, Eruygur’la, Tolon’la ilgili dehşet verici iddialar ortalıkta dolanırken bu sözlerin ne anlamı olabilir ki!
Meclis’i milli iradenin tecelligahı olarak görmek ve bunu söylemek birileri için niçin bu kadar zor?. Anayasayı “toplumsal sözleşme” olarak tanımlamak için referans aramaya gerek var mı?
Nev’i şahsına münhasır Atatürkçülük, aynı şekilde dünyada karşılığı olmayan bir laiklik yorumu ile rejim müdafaasına soyunmanın ne anlamı var? Dinleştirilen bir resmi ideoloji, tepetaklak edilen erk hiyerarşisi.. Ancak bozulmuş, tiranlığa dönüşmüş monarşilerde görülebilen “Tek Adam” zihniyeti.. Başbuğ’un arkasındaki Türk bayrağı kadar büyük, kendi boyunun birkaç katı Atatürk’ün askeri kıyafetli görüntüsü aslında birçok şeyi anlatmaya yetmiyor mu? Bu fotoğraf altında söylenen sözler çınar altındaki otlar gibi soluyor..
Devletin, anayasa ve yasaların varlık ve meşruiyet temeli, temel hak ve hürriyetlerin, toplumun güvenlik ve refahının sağlanması ile ilgilidir. Adalet, barış, hürriyettir esas olan.. İnsanlar devlet için değil, devlet insan içindir. Herkes inandığı gibi yaşayacak ve düşündüğünü özgürce ifade edecek.. Bunları söylemek niçin birilerine o kadar zor geliyor?.
Başbuğ bu konuşması ile pandoranın kutusunu zorladı.. Kimseyi memnun etmedi (Tabii metni hazırlayan mesai arkadaşları dışında). Ve yeni bir tartışma başlattı. Bu tartışma devam edecek. Başbuğ’un sabırlı olması gerek. Bunu kendi istedi, çekecek!. Bana göre bu işin en önemli yanı da bu.. Barika-i hakikat, bu müsademe-i efkardan çıkacak..
Selam ve dua ile..

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Abdurrahman Dilipak Arşivi