Profesörler, bakanlar ve Ergenekon
"Profesör" unvanı, bilim adamlığından ziyade öğretim üyeliğine dair özlük haklarını ve görevleri belirleyen bir memuriyet unvanı olarak görülür.
Genel kural olarak doktorasını yeni vermiş bir asistan, artık bütün hedeflerini tüketmiş olan profesörlerden daha çok bilime yakındır. Çünkü âdettir: Doktora düzeyindeki performansı akademisyenler bir daha yakalayamazlar. Profesörlük bir kemâl safhasıdır. Kemali yakalayan da daha ileri gitmez.
Profesörlüğü de içeren akademisyenlik insana aydın olma fırsatı veren bir meslek. Bu fırsatı kullanmak bilgi ile değil etik değerlerle alâkalı. Akademisyenliği öğretmenlikten farklı kılan bilimsel araştırma görevi, akademik özgürlüğün teminatı altında. İşte bu özgürlük de, uzmanlıkla yetinen bilim adamına bile etik bir sorumluluk yüklüyor. Mesleğini öncelikle vicdanı ile yürüten üç meslek grubu vardır. Üçünün de ortak özelliği "cübbe giymek" ayrıcalığına sahip olmaktır. Din adamları ve yargıçlarla birlikte profesörler, mesleklerini icra ederken vicdanları ile baş başadır.
Ergenekon soruşturmasının 12. safhası, "profesörler dalgası" olarak kayda geçti. Eski rektörler de dahil olmak üzere tutuklanan bu profesörlerin tamamı, uzmanlıklarından ziyade siyasî-ideolojik görüşleri ve tutumları ile tanınıyordu. Bu profesörlerin ne ile suçlandıklarını, iddianame açıklandığı zaman anlayacağız. Bir darbe davası görüldüğüne göre, muhtemeldir ki, bir darbe hazırlığının sivil uzantılarına dair iddialar söz konusu. Ama sanıklar profesör olunca, vicdana dair farklı bir boyut devreye giriyor. Epeyce üzücü bir durum. Temsil yeteneği olan ve sorgulanması toplumun bir kesimini rahatsız eden Profesör Türkân Saylan'dan ibaret değil söylediğim. Askerî darbeyi savunan profesörler, geçmişte hiç eksik olmadı. Demokrasiye yöneltilen meşhur eleştiride, ne hikmetse hep profesörlerle köylüler karşılaştırılır. Profesörlerin içinden darbe heveslilerinin çıkmasından daha vahimi, toplumun küçük bir azınlık da olsa bir kesiminin darbe istemesi değil miydi?
Yargıçların, profesörleri yargılarken Türkiye'de darbe yanlılarının verdiği psikolojik desteği bir hafifletici sebep olarak dikkate alıp almayacaklarını bilmiyorum. Öyle ya, darbenin bu kadar kolay hazmedilebildiği bir ülkede, bazı üniversite hocaları "fazla profesör" olabilirler. Bana vicdan sahibi bir profesör olarak, adaletin ve hukukun peşinden giderken insanî görünmeyen manzaralardan rahatsız olmak düşüyor.
Ama bu rahatsızlığı gölgede bırakacak daha ciddi bir rahatsızlık üzerinde durmamız lâzım. Ergenekon davası bugüne kadar siyasî polemiklere de konu oldu. İktidar ve muhalefet arasında karşılıklı olarak "yargıya müdahale" suçlamaları yapıldı. Ama ilk defa AK Parti hükümetinden bu davayı gören yargıçlara yönelik alenî bir müdahale ve baskı geldi. "Müdahale ve baskı" kelimelerini tam da Anayasa'nın 138. maddesine ve TCK'nın 288. maddesine atfen kullanıyorum. Kültür Bakanı Ertuğrul Günay'ın "Onları da görmezden gel ya" sözü, icra organından yargıya müdahale değil de ne? Daha kötüsü Bakan, bir suç ve suçlu varsayımına dayanarak "masumiyet" prensibini de çiğniyor. Güya ortada bir suç var ve Bakan savcılara dönüp, bu suça göz yummaları talimatı veriyor.
Bilim adamlığı unvanını ve üniversitenin özgür ortamını, kestirmeden yol alan iktidar oyunları için kullanan profesörler her zaman oldu. Yine de içimiz rahat olabilir: Profesörlerin tek başlarına darbe yaptıklarına dair tek bir örnek bile tarihte yer almamaktadır. Profesörler darbeleri yapmak için değil, darbelere meşruiyet kazandırmak için devreye girerler. İnanıyorum ki yargı, başkalarınca oluşturulan "darbe iklimi"ni, bu profesörler için hafifletici sebep sayacaktır.
Siyasetin ve siyasetçilerin yaptığı hataları ise hep birlikte düzeltmemiz gerekecek.