Davos’tan Cenevre’ye Erdoğan’dan Nejad’a
Bilindiği gibi, Neoconlar genel olarak Başbakan Erdoğan’ı Putin’e benzetirler. Bununla Putin gibi otokrat olduğunu ima ederler. Gerçekten de Putin’i, Putin yapan aslında güç merkezleriyle ve bu bağlamda oligarklarla keskin mücadelesidir. Bu yönde Erdoğan’ın da Ergenekon davası ve benzeri davalar üzerinden aynısını yaptığı söylenebilir. Türkiye’de Erdoğan muhaliflerinin bir kısmı da Putin benzetmesine dört elle sarıldılar ve Putinleştirmeyi tuttular. Buna mukabil, Davos’taki çıkışından sonra içeride ve dışarıda kimileri de Erdoğan’ı İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejad’a benzetmişlerdir. Lakin Durban II olarak tarihe geçen ırkçılık aleyhtarı Cenevre Konferansında Ahmedinejad’ın İsrail aleyhinde söylediklerinden ve bu sözlerin çektiği tepkilerden sonra Cenevre’deki Nejad, Davos’taki Erdoğan’a benzetilmiştir (Nidal Naise: İstikbal el fatihin el abtal; Avdetu Nejad ve Erdoğan, Alaph, 22 Nisan 2009). Benzerlik birçok yönde ve noktada düğümlenmektedir. Bunlardan birisi, Arap yazar Nidal Naise’nin de vurguladığı gibi Davos’tan sonra Erdoğan, Cenevre’den sonra da Nejad’ın ülkesinde kahramanlar gibi karşılanmasıdır. Erdoğan, Davos dönüşünde İstanbul’da Nejad da Tahran’da muazzam kalabalıklar tarafından kahramanca karşılanmıştır. Sadece bu kadarla da sınırlı değil. Bunun ötesinde Nidal Naise ve Abdulbari Atvan gibiler basın yoluyla da Erdoğan’dan sonra Nejad’a övgüler düzmüşler ve bununla da kalmamışlar yine Arap liderleriyle mukayese ederek bu arada haklı olarak Arap liderleri de aşağılamayı ihmal etmemişlerdir. Bir başka benzerlik de seçim yatırımı olarak görülmektedir. Bilindiği gibi, Erdoğan Davos çıkışını yerel seçimlerden önce yapmıştır. Ya da süreç böyle gelişmiştir. Lakin yerel seçimler için Davos’ta oy devşirmiş ve güven tazelemiştir. İran’da da Hatemi’nin yarıştan çekilmesinden sonra Nejad’ın karşısına dişli bir rakip çıkmıştır. Mir Hüseyin Musevi. Nejad, Cenevre’de arkasına aldığı rüzgarla birlikte Mir Hüseyin Musevi’nin karşısına daha güçlü çıkmıştır. Bu açıdan Ahvazlı yazarlardan Sabah Musevi’nin ifadesiyle Nejad cumhurbaşkanından ziyade propaganda bakanı gibi temayüz etmiş ve sivrilmiştir.
*
Peki, gelelim meselenin içeriğine ve muhtevasını. Gerçekten de Davos ile Cenevre birbirine her bakımdan benziyor mu? Aktörlerin çıkışları açısından bir derece benzese de muhteva bakımından pek benzemiyor. Esasında, Şimon Peres mezalimini savunmak için Davos’a gelmişti. Cenevre’deki durum ise tersinedir. Cenevre’deki konu ve hedef 1975’teki gibi Siyonizm’i de, ırkçılık seviyesinde ele almak ve bunu perçinlemektir. Bu açıdan Durban I’in bir devamı olarak görülmüştür. Bundan dolayı İsrail yörüngesinde deveran eden ülkeler Cenevre konferansını baştan boykot etmişlerdir. ABD, Kanada, Avustralya, Hollanda, Almanya ve İsrail baştan konferansı İsrail karşısında peşin hükümlü olduğu gerekçesiyle boykot etmiştir. ABD önbelgelere bakarak konferansın İsrail aleyhinde olduğu kanaatine vararak konferansı boykot etmiştir. Burada yapılması gereken boykot etmeyenlerle birlikte İsrail aleyhinde mümkün mertebe uluslararası bir referans noktası elde etmek ve 1975’teki karara yaklaşmaktır. Yani Siyonizmi ırkçılığın türevlerinden birisi olduğunu vurgulamaktır. Halbuki Durban II’de yapılan kurbanla caniyi eşleştirmek ve aynı kefeye koymak olmuştur. İsrail kollanmıştır. Burada Ahmedinejad’ın pazartesi günkü çıkışı da karşı cepheyi perçinlemiş ve daha yekpare hale getirmiştir. Nejad’ın konuşması üzerine 23 Avrupa ülkesi daha oturumdan çekilerek boykot cephesine katılmış ve bunun üzerine BM çevreleri alelacele bir kararla Holokost’a atıf yapan bir maddeyi kabul etmişlerdir. Dolayısıyla kısmen dahi olsa kazanılabilecek bir zemin kaybedilmiştir. Nejad’ın konuşması aksü’l amel yapmıştır. Burada Davos’dan ayrılan yön burasıdır. Davos’ta Başbakan Recep Tayyip Erdoğan protesto ederek oturumdan ayrılmıştır. Cenevre’de ise ayrılan Avrupa ülkeleri temsilcileri olmuştur. Böylece boykot genişlemiştir.
*
Kaldı ki Nejad’ın bu yaklaşımına baştan beri Hatemi ve şu anki Meclis Başkanı Ali Larijani gibiler karşıdır. En azından bu üslubuna katılmıyorlar. Evet, Ahmedinejad gerçekten de kendisi açısından ve kamuoyu diplomasisi açısından bir zafer kazanmıştır. Lakin bu zaferin Filistinlilere faydası ve İsrail’e zararı ne olmuştur? Nejad’ın sözleri doğru olmakla birlikte karşı tarafın manipülasyonuna uğramıştır. Dolayısıyla eskilerin tabiriyle ‘likülli makamın makaldır’ yani her makamda söylenecek söz vardır ve meclise göre doğru değişmez ama doğrunun ifade şekli değişir. BM sonuç bildirgesinde düşmanlığın öldürülmesinden bahsetmiştir. Bu herkesin matlubu ve arzusudur lakin düşmanlığı öldürecek adalet ve adaletin ikamesi ve tesisidir. Maalesef Durban I toplantısı 11 Eylül saldırılarının veya manipülasyonunun gölgesinde kalmıştır. İkincisine de, boykotun ve Nejad’ın doğru olsa da zamanlaması tartışılan sözlerinin gölgesi düşmüştür. Nitekim, Fransa Dışişleri Bakanı Kouchner, Cenevre’nin 2001’deki Durban I’den farkına dikkat çekmiş ve Cenevre Konferansının taleplerini büyük ölçüde karşıladığını ifade etmiştir. Maelesef AB, Rasmussen meselesinde NATO’dan sonra BM toplantılarında da müspet ve yapıcı hareket edememiştir. AB’nin tavrını medenice olarak tanımlamak mümkün değildir. Bu da madalyonun öteki yüzüdür.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.