'Kin ve düşmanlığa tahrik' suçu başka nasıl işlenir?
Bir Mesut Parlak cümlesidir: “Türbanlı öğrenciye hak ettiği
notu veremeyebiliriz...”
Mesut Parlak, İstanbul
üniversitesi’nin rektörüdür.
Malatyalıdır.
Bir zamanlar, yani Kemal
Alemdaroğlu’nun devr-i
saadetinde, Malatyalılığından
aldığı asabiyyetle cari
uygulamaları eleştirir, başörtülü
öğrencilere reva görülen zulmü
anlatırdı yürek sızlatan bir
dille... “Onlar da bizim
kızlarımız... Onlar da bizim
yavrularımız...” cümlelerini
araya sıkıştırmayı ihmal
etmeden tabii.
Böyle pek çok demeci vardır...
Birkaç yıl öncesine kadar,
birçok gazete için (özellikle Vakit
gazetesi için) görüşlerine
başvurulacak yegane “muhalif
kaynak”tı.
Başarılı bir öğretim görevlisiydi,
CHP’liydi, laikti, belli hassasiyetleri
gözetme konusunda
“kararlılığını” muhafaza ediyordu
ama, bu kadar da olmazdı ki
canım, İstanbul üniversitesi kötü
yönetiliyordu, Alemdaroğlu da ne
yapmaya çalışıyordu böyle?
İsyanı bununla da
sınırlı değildi...
Bir zamanlar (dekanlık yaptığı
dönemde), kendisinden
“başörtülüleri okula sokmaması”
istenmiş... O da haklı olarak isyan
ediyordu: Bu kadar da olur
muymuş canım, dekanlık mı
yapacakmış, polis şefliği mi?
Böyle bir adamdı işte
Mesut Parlak...
Hem böyle bir adamdı, hem de
muhalefetini spesifik olarak
Alemdaroğlu yönetimi üzerine
kurduğu için pek çok ayrıntıyı
gözlerden kaçırabiliyordu.
Zaten hiçbir şey
değişmeyecekti.
Alemdaroğlu gidecek, onun
yerine bir benzeri gelecekti.
O “bir benzer”in Mesut Parlak
olması ise, sadece kaderin garip
bir cilvesidir.
çünkü, rektörü değiştirmek,
cari sıkıntıları gidermeye
yetmiyordu. Asıl, üniversiteleri
bilim yuvası olmaktan çıkarıp
“kışla”ya dönüştüren zihniyeti
değiştirmek gerekiyordu. Yani,
üniversitelerde bir “zihniyet
dönüşümü” şarttı. Bu zihniyet
dönüşümünün ilk basamağı
olarak da, cari sıkıntıların
kaynağını oluşturan yasanın,
rektörlere neredeyse Padişah
yetkisi veren YöK Yasası’nın
ortadan kaldırılması gerekiyordu.
Hiçbir şeyin değişmediği
görüldü zaten.
üstelik, bir zamanlar
“muhalifmiş gibi” yapan ve
insanların buna inanmasını
sağlayan Parlak daha dişli bir
statükocu çıktı. Mesela, yönettiği
üniversitenin Yaşar Kemal ve
Orhan Pamuk gibilere kapalı
olduğunu söyleyebildi. Bu
kadarını önceki bile
akledememişti.
Hayır, “Ey Mesut Parlak!
Sen geçmişte böyle
diyordun. Şimdi bunları
bunları söylüyorsun? Ne
oldu da, bir zamanlar
eleştirdiğin Alemdaroğlu
gibi yasakçılıkta ifrat
noktasına geldin?”
demiyorum.
Demeyeceğim de...
Bunun muhasebesini,
kıymetli rektör kendi
vicdanında yapsın.
Şunu söylüyorum:
Meşruiyetini hangi
yasadan, hangi vicdani kanaatten,
hangi ahlak ve moral değerlerden
alıyorsun da, “türbanlı öğrenciye
hak ettiği notu” vermiyorsun,
vermeyebileceğini söylüyorsun?
Kıyafet, akademik
değerlendirme ölçütü müdür?
Demek ki öğrencileriniz
“devrim yasaları”nın icbar ettiği
kıyafetle karşınıza çıksalar, örneğin
“fötr şapka” filan taksalar, her
dersten 100 notunu çakacaksınız.
öyle mi?
Bu mudur akademyanın
tarafsızlığı ve bağımsızlığı?
Böyleyse, neden size
“akademisyen” diyoruz ki?
Kıyafet tercihlerinize uygun bir
“mesleki sıfat” edinebilirsiniz ve
böylece devrimlerin geleceğini de
garanti altına almış olursunuz.
Hadi, dünün muhalif rektör
adayı Mesut Parlak böyle diyor...
Peki, “hukuk” ne diyor?
Bizim ünlü “kin ve
düşmanlığa tahrik” maddeleri
ne işe yarıyor?
Sadece “kral çıplak” diyen
muhalifleri susturmaya mı?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.